Diriliş Soluğu yahut Sezai Karakoç Işığı
“Atan bir nabız / Arıyorduk sanki tüm vücutta / Bir ses/ Tik tak diyen / Kâinatta
İlk nokta / Başlangıç noktası / Hakikata
Biri dedi/ İlk nokta aşktır
Ve öbürü dedi / Aynı zamanda son nokta” (Gün Doğmadan; Leyla İle Mecnun’dan)
Sözleriyle merkezini tayin eden; “gül şurubundan aşk sanatı” süzen.
“Ruh zamanı icat etti. Yüceldikçe, zaman, onun yükselme burağı olur. Düşüş zamanlarında, o, zamanın oyuncağı.” diyerek tüm zamanlarla konuşan, gök armağanı şair, mütefekkir Sezai Karakoç’u; gene onun kelimeleriyle ifadeleriyle dile getirmeye çalışırsak:
“Diriliş bir çağrıdır. Mükemmel ve ebedi olana bir çağrı. Kölelikle kendinden geçmiş insanın yeniden kendine gelişinde, vazgeçilmez özgürlük yöntem ve öğretisidir diriliş.”
“Diriliş, ruhlarda, kapanmış bir kapıyı açmak ülküsüdür.(...) üzerinde bengisu aşı boyası olan kapıyı.. doğaüstü zifafın giriş kapısını.. ölümü doğuma çeviren düğünün, beşiği olan kapıyı…”
Diriliş; içimizdeki putları kırarak, dış putlara mahkûm olmaktan kurtulmak. Aklın çetinliği içinde toprağa yakınken; gökte nar bahçesi düzenleyen insanoğlu olmak…
Kendimizden ‘kendimiz’i çıkarmak. Batının kaskatı mumyaladığı bir çerçevenin içine düşmüş insanı; yeni bir hayat için iç hararetle çözmek, miraç ruhunu aşılamak.
Tanrının gizli kalesi ruha, yeşil ışıklı ab-ı hayat lambasını yakmak. “Her müslümanın içindeki son sınırların aşkıyla”; “Kalb medeniyetinde” yer almak.
Yerinde mayalanmak, yer altı suları kaynakları gibi özbenliğinde birikmek.
Diriliş herhalde; “Peygamber okşayışı, bağrımı bir baştan bir başa aşkla yaktı. Bakarsan o izi görebilirsin. O izi gör ve değiş insanoğlu. Bir mucizenin içinden bana bak ve bir daha gelirsen, değişmiş olarak gel.” diyen somurtuk Aya, “Anadolu tebessümü” kondurmak…
“Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili” (Gün Doğmadan; Zamana Adanmış Sözler)
Sezai Karakoç; “derinlere kök salan zamanın”, “peygamberler, sahabe, havariler, ashab-ı Kehf zamanı yani asıl zamanında pencereler açan; coşkusuyla zamanımızı dalgalandıran; dünyamızı genişleten; Tanrı ışığıyla yaşayan, “ruh(umuzun) “Aşk yüz(ük)lü” adamı.
Necip Fazıl hakkındaki; “Şiirimize mutlakı yeniden getirip, biçimlendirdiği ve İslam, onun için var olmak ve yok olmak sorunuydu. Hem kendisi, hem toplum için.” tespitleri, görülüyor ki şahsı için de geçerli.
“Yaz ki, Tanrı’nın mevsim nimetlerinin hasat vaktidir. İslam Uygarlığı, bütün, bölünmez bir yazdır uygarlıklar içinde. Onu ne yapıp edip, kışa çevirdik. Yaz, tekrar onunla gelecektir. İnsan ruhunun yazı, fıtratın yazı, hikmet yazı” deyişinin.. tarihimize hüviyetimize kaderimize hakkedilmiş yazı(sı).
Diriliş Soyunun, “Sonsuzluk susuzluğu” taşıyan yeni kurucusu. Hiç durmadan bizi, kendi “dağına” çağıran, yücelik katının seçkin yolcusu…
“Dört melek ve Kur’anla
Dirildi Taha
Onulmaz bir ölümle
Kavuran bir felçle
Üç sur ve İsrafil’le
Azrail’le bile
Dirildi Taha” (..)
“Ölüm bir sütun gibi dikildi batıya
Doğum bir sütun gibi dikildi doğuya
Açtı sofrasını Mikâil
Açtı nimet sofrasını
“Oku Rabbinin adıyla!”
Dedi Cebrail Kur’andan
Üfledi surunu üç kez
İsrafil dürülmüş yapraklardan(..)
Elini uzattı sofraya
Elini uzattı zeytine ve nara
Elini uzattı yeni aya
Hamd olsun dedi hamd olsun
Yeniden doğdum hamd olsun
Bu dağdır hamd olsun
Bu yaz bu insan hamd olsun
Bizi yaratana
Sonra öldürüp
Yeniden yaratana
Sonra tekrar öldürecek olana
Şu dünyanın çiftçisi yapana
Yeri göğü donatana
Cehennem’e ve Cennet’e
Belli bir işaret koyana
Hamd olsun” (Gün Doğmadan; Taha’nın Kitabı’ndan)
Tanrı’nın bizi ağırladığı ilk konukevi Dünyada; gökten öte bir gök, güneşten öte bir güneş, dünyadan öte bir dünya arayan ve bulan.. bu dünyadan ahirete ve cennete, Cennette de Allah’a bakan, yücelik yarışı süvarisi.
“Atomların içinden elektronların dönüşünden, bin güneşten büyük yıldızların dönüşüne kadar, kâinat bir iman alanı, bir semahane gibi gözüküyor. Toprak, secde için, alnın ona değmesi için yaratılmış gibi. Dünya bir secdegâh gibi bağışlanmış bize. Cenneti ve Cehennemi hatırlatmayan ne vardır dünyamızda. Anayurttur öte dünya. Ordan geldik ve oraya dönüyoruz. Ora hesabına dünya tarlasında saban sürdük” diyen kıyamet adamı…
Destan yaratığı insana, dünyada da bir destana girişme teklifinde bulunan; manevî bir Ergenekon Destanını daha yaşamamız gerekiyor çağımızda” diyen asil kahraman.
“Bir destan bir çağ ister/ Destan şarabını yıllarca/ Gül bardaklarından yudumlamakla/ Ayağa kalkar bir insan.”(Gül Muştusu, 9)
Muhyiddin-i Arabiden, Mevlana’dan İlahî aşk dersli; fikir, inanç ve duygu köleliğine karşı çıkan; ruhun gözleriyle gören; “Şu dünya hayatında sahip olabileceğimiz en büyük, hatta tek büyük müjde Allah’ın varlığıdır” diyen inanç eri.
“Mursiye’de Tunus’ta Mısır’da
Kudüs’te Mekke’de Konya’da
Malatya’da Şam’dayız
Yolları bir urgan gibi
Ayağına sarmış Muhyiddin’iz
Güneş hep arkada biz öndeyiz
Durmamacasına açılmış bir kabiriz
Surlara işlemiş bir ölüyüz
Duvarlara geçmiş bir diriyiz
Başkanın önderin başkentinde
Bir darağacı var ki
Onun önünden geçerken
Bir anda
Mansur olup asılan Muhyiddin’iz
Hızır olup suda
Anadolu’da
Bir ses duyup
Dönüp duran
Hızır’ı görüp Şems diyen
Mevlana olan
Bir dervişiz
Kendini kutsal yapraklar gibi
Uçuşur sanan değil miyiz (Hızırla Kırk Saat- 27)
Diriliş muştularından bir muştu. Sırlarla dolu hakikat prizması. Meyvelerine asıldığımız cömert ermiş ağacı.
“Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden
Mantığım mantığın üstünde yeni
İçimde Nuh’un en yeni tufanı
Dünyaya ayak basıyorum yeniden”
“Ruhun da tarımı vardır. Onda, buğday, pamuk, gül ve lale yetiştiği gibi.. karamuk, ayrıkotu, afyon, tütün ve zakkum çiçeği de biter.” diyen Ruh dilinin gramercisi.
“Her ruh, kıyametini ve mahşerini kendisi başlatmalıdır; “Ey genç arkadaşım, sen de (mutlak) avına çık… İçimizde durmadan Mekke’den Medine’ye gidip geliyoruz; Müslüman ölümden önce ölüme hicret etmiş kişidir” sözlerinin Allah’a teslim olmuş ürperişi, pek sevgili muhacir.
“Gel ey Muhammed ve İsa Hakikatı
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce levhalarıyla yüklü kurşun levha havaları
Savaşırım doğudan daha doğu
Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
Zulme karşı savaşabilirim
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedi hakikat budur
Bunun için savaşırım ben
Bunun için kanım helal olsun.” (Gün Doğmadan, Alınyazısı Saati)
“Cihat.. yalnız cephede ve ateşli, ateşsiz silahlarla yapılan savaştan ibaret değildir. Onun kadar, hatta ondan değerli, o savaşın sonunu da önceden belirleyen fikir savaşı, inanç savaşı, medeniyet savaşı, milletin millet kalma savaşıdır” tezinin yüksek seviyeli ve seciyeli hakim kişisi…
“Unutmayalım ki, amaç, her zaman için şartlardan güçlüdür. Ufuklara daima ufuklara bakalım. Ufuklar hep güçlüdür” diyen hakikat medeniyeti yüklenicisi.
“Ey gül sen bahar yağmuruna karışan
Diriliş şarabı olursun bize
Ölüp de dirilmiş çocuklar oluruz biz
Seni kana kana bahar bardaklarından içince (…)
Seni içtik yılan ve akrep yaklaşmaz bize
Güneş yakmaz ay büyülemez bizi
Müneccimlerin yıldızları kaynaşsa da üstümüzde
Kara güne gölgemiz düşse bile
Kan kıyamet kopsa da şehirde
Ölmez adam can verse de
Sonsuzluğa ayarlı bir sedirde
Beklenen gül açılacak seherde
Baharla gelen yemyeşil bir seherde.” (Gün Doğmadan; Gül Muştusu)
Sezai Karakoç; bir gül ihtilalinin, şerefli soylusu… “yolda ‘yol’ olan”; “iç âlem ulusu”.
-------
Kaynaklar: Gündönümü, Makamda, Çağ ve İlham 1, 2, 3; Fizikötesi Açısından Ufuklar Ve Daha Ötesi 2; Dirilişin Çevresinde; Diriliş Muştusu; Edebiyat Yazıları 1; Günlük Yazılar 4; Ruhun Dirilişi; Hece Özel Sayı: Diriliş, sayı:73.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.