Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bursa'nın Daveti

Bursa'nın Daveti

Hayat her gün bize değişik mânâlar sunar. Bu mânâ toplamında, okumalar yapılır, beyne kalbe yazılar yazılır, güzergâh belirlenir, bir sezgiyle yollar göz önüne serilir. Çoğu geçip gitse de, değişik tesirler birleşerek, bazen ruhumuzu bazen bedenimizi alt ederek; düşüncelerimizin pekişmesini, kuvvetini ve eylemlerimizin istikametini sağlar. Esasen “Uludağ”lar zirvelere çağırsa da; hayatı ilmek ilmek dokur, nice görünmez b(ağlar)…

TYB Konya Şubesi’nin Bursa gezisi; Evliya Çelebi’nin “ruhaniyetli bir şehirdir” hükmüne uygun, düşünmeye sevk eden, anlamca yüklü bir gezi oldu.
Program iyi çizilmişti; Osmanlının bağrında geziniyorduk. Modernin, barbar, fotokopi kentlerin baskısı; dayatmacı, zorba anlayışların kıskacı azalmıştı. TYB Bursa Şubesi Başkanı Sayın Mehmet Fatih Birgül’ün, eşi zor bulunur rehberliğinde ve kişiliğinde; şehrin etkisine, çekim gücüne kapıldık, âdeta doyamadık.
Bursa’nın cazibesinin sırrını, geçenlerde yitirdiğimiz bilge mimar Turgut Cansever şöyle anlatıyordu:
“İnsanlara çok sıradan bir şeymiş gibi geliyor ama.. bir Bursa’nın, bir İstanbul’un meydana getirilmesi, o tektonik güzelliklerinden bir şey kaybetmeden bir ‘bütün’ün parçaları gibi nakış nakış işlenmiş olması adeta bir mucizedir.” (Mustafa Armağan, Gelenek ve Modernlik Arasında, İz Yay. Sh. 95)
Osmanlı başşehrinin sevdalılarından, nadide sanatkârlarımızdandı, Ahmet Hamdi Tanpınar.. Şehrin büyüsüne dair yazılarından birisi olan “Bursa’nın Daveti”nde; “Niçin Bursa’yı bu kadar seviyoruz?” sorusuna cevap aramıştı. Başlıca tespitlerinden bir tanesi de “Biyolojiden cemiyete ve ferde kadar bütün hamleler içerdendir. İç zembereklerle kımıldanarak hayatı kurar ve fethederiz”di.
“Bursa işte bu hareketin ta kendisi, büyük rüyayı aksettiren çerçevelerden biri”ydi. “Onu ruhunun miracına ermekte olan bir millet, birdenbire kendisinde bulduğu hakikatlerin ifadesi olarak vücuda getirmiş”ti.(..) Kuruluş devrinin bütün şiiri, füsunu Bursa’da” idi.
Yazının devamında “Hüdavendigâr, Yıldırım, Yeşil ve Muradiye, bu düşünce ve vekarlı ışık arasından yapıldıkları günün imanıyla bize göründükleri için hep o büyük çağın dilini konuşurlar.” demekteydi.
“Neyiz? Nereye gidiyoruz? Suallerin cevaplarını”; Tanpınar’a duyuran Bursa, gene onun ifadesiyle “Şimdiye kadar el değmemiş mazi rüyasıyla içimizde konuşan en geniş davetti”. (Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergâh Yayınları, sh. 215-219, İst:2000)
İşte; Ahmet Başkanın Bursa’da “İmanım tazelendi” dediği şey, herhalde günümüzde sesini gittikçe şiddetlendiren bu çığlıktı. Bizi özümüze dönüşe, bir büyüklük fikrine, muhteşem bir geleneğin/geleceğin sadece hayalde tasavvurda kalmasına değil, artık harekete geçilmesine, tatbikatına ihtiyaç duyuran bir ilân ve bir öte çağrısı…
Bursa gezisi bizi; ihlâs, şuur, gelenek, sadakat, şehircilik, fetih gibi kavramlar etrafında dolaştırdı; ecdadın ufkuyla bizimki arasındaki acı uçurumu tekrar görmeye mecbur kıldı.
Kimlik, şahsiyet meselesi; eylemlerimizin mahiyeti/maliyeti; gayeyi bilmek/bulmak; “biz”i inşa eden lisan; bir bütünün parçası olmak; tevhid anlayışıyla “mutluluğun mimarisini*” çizmek; ruhumuzu ve paralelinde dünyamızı güzelleştirmek… Ki neyde “anlam” bulduğumuz önemliydi.
 Osman-Orhan Gazi ziyaretleri; önsözün, isabetli- yüce nazarlarıyla atılan ilk adımların önemini ortaya koydu. Yıldırım Beyazıt, Cem Sultan Türbesi’nde hüzünlendik. Murat Hüdavendigâr ve 2. Murat; bir ilerleyişin, merhalenin işaret taşlarıydı.
Emir Sultan, Üftade Hazretleri, Yavuz’un nedimi Hasan Can, Fatih’in hocası Molla Hüsrev, Zeyniye tarikatından Abdüllâtif-i Kudsi Efendi gibi büyükler, bir maneviyat ekseninde dirilişin, güzel doğuşların kokusunu getirdi. Somuncu Baba’nın ekmeği daima, hepimizin bölüşeceği, öpüp başa koyacağımız, içine düşeceğimiz nimetti.
Türk İslâm Eserleri Müzesi’nde; Karagöz-Hacivatı anmak, Türk işleme sanatını görmek, ölçü olarak bilinen en büyük Kur’an-ı Kerim’i izlemek fırsatı bulduk. Beykoz cam işlerinden, Bursa’ya has giyim kuşama kadar, pek çok kültür unsuru zevkle sunulmuştu.
Doğu Çınarı, sadece Osmanlının vücut bulmasını değil; sanki bütün bir Şarkın İslâm Medeniyetinin de yeniden gelişmesini, neşvü nemasını müjdeliyordu.
Konyalı sanatçıların zengin katkısı, gezimizi renklendirecekti.
Ördekli Kültür Merkezi’nde, neyzen ebruzen Sadreddin Özçimi’nin “Geleneksel Türk Ebru Sanatı Sergisi” göz kamaştıracaktı. “Ebru, bir nefis terbiyesidir, modern zamanların sığ mülahazalı, determinist anlayışının aksine belirsizliğe razı olmayı, beklemeyi ve tevekkülü öğretir; gönlü huzur iklimiyle bezer” dediği nefis ebrular ve akkase Levni minyatürleri, bir ihtişamın serisi olarak da zevkimizi kanatlandıracaktı. Sanatçıyı her zaman destekleyen sevgili eşi Biray Özçimi’yi, talebesi Fatma Betül Koyuncu’yu, minyatürlere emeği geçenlerden Muhterem Hasan Çopur’un kızı Güler Yağcı’yı anmadan geçemeyeceğim.
TYB Bursa Şubesi olarak faaliyet gösteren, Seyyid Usul Kültür Merkezi’nde ise; fotoğraf sanatçısı İbrahim Dıvarcı, Ahmet Kuş, Feyzi Şimşek tarafından hazırlanan “Anadolu Selçuklu Eserleri” slâyt gösterisini izledik. Sayın Dıvarcı; manevî ve tarihî bir mirası devralan torunlar olarak “sorumluluğumuza” dikkat çekti. Üçlünün; Prof. Dr. Haşim Karpuz katkısıyla, Selçuklu Belediyesi Kültür Yayınlarından olan devasa eseri “Anadolu Selçuklu Eserleri Fotoğraf Albümü” ise; bu mesuliyeti müdrik sanatçıların bir göstergesiydi.
Beni derinden etkileyen mekânlardan biriydi Seyyid Usul Kültür Merkezi… Orada, “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm” isimli kaynak eserin yazarı, değerli ilim adamı Prof. Dr. İsmail Kara’yı aramızda görmek sevindirdi.
Farklı mahallerdeki, Çanakkale ve İstiklâl Harbi anıtları; saltanatlı taçlı başlarla ölümü munisçe kucaklaştıran kabir taşları; toprak altındakileri de, üstündekileri de diri tutan asûde tablolar, inancın alâmetleriydi. Gönle melâl kadar, sürur verdi.
Bursa’yı Bursa yapan ruhun fotoğrafıydı herhalde gördüklerimiz, hissettiklerimiz.

Çocukluğu Bursa’da geçmiş; mimarlığın felsefesini de yapan Turgut Cansever’le, Altınoluk Dergisi’nde, 1994 senesinde bir söyleşi yapılmıştı. Selman Tan ve Refik Tuzcuoğlu’nun “şehirlerimizdeki bozulma süreciyle” ilgili sorusuna; “1943 yılında şehircilik dersine girdikleri meşhur Alman hoca, Prof. Olsner’den bir örnekle karşılık vermişti. “Türkiye’de ne yapmalı?” diye sormuştu Prof. Olsner, öğrencilerine... “Türkiye dua etmeli ama ne için biliyor musunuz? Belediyelerin kasalarında mevcut bulunan imar planlarını uygulayacak yöneticiler çıkmasın diye. Eğer çıkarsa Türkiye birkaç asır belini doğrultamayacaktır.”
 Turgut Cansever takiben: “Eline cetvel alıp Osmanlı’nın insan ölçeğindeki sokaklarını kargacık burgacık diye tarif eden kişiler, onların üzerine çizgi çizip geniş yollar yaparak, üzerinde arabaların hızla gittikleri, altlarında çocukların ezildikleri, insanların egzoz dumanlarından kanser oldukları, annelerin çocuklarını sokağa çıkarmaktan korktukları bugünkü şehirleri imar ettiler.” diyordu. (Turgut Cansever, Kubbeyi Yere Koymamak, Timaş Yayınları, sh. 140)
Osmanlıya vefa göstermeyen, bugünün kıymetlerini de önemsemeyecekti. Yurt dışında ödüller alacaktı ama kendi ülkesinde, yüzüne bakılmayacaktı Cansever’in. Mustafa Armağan’ın bize ilettiğine göre; hazindir, sanatını yetkin örneklerle ortaya koyma fırsatı verilmemişti. Kayseri’de aylar boyu emek vererek, hazırladığı, Selçuklu özeliklerine de yer veren bir alternatif mahalle projesi için, iş uygulamaya gelince ‘Kusura bakmayın, bizim genç mimarlara iş vermemiz gerekiyor’ cevabı münasip görülmüştü. (Türk Edebiyatı Dergisi, özel sayı, Nisan 2009, sh. 24)
Biz Bursa’da, sanıyorum “vefayı” da gördük.
“Ördekli Hamamı’ndan, Gökdere Medresesi’ne, Haraççıoğlu Medresesi’ne kadar nice tarihî eser, kültürümüze Osman Gazi Belediyesi tarafından kazandırılmıştı.”( İlber Ortaylı’nın ‘Bursa’nın Önemi’ isimli yazısından.)
Ünlü tarihçi, “Eminiz ki bu belde Türk hayatındaki Türk tarihindeki büyük rolünü yeniden oynamaya devam edecektir.” diyordu.(Bursa Şehrinin Gelişmesi Ve Kentsel Planlama Kültürü, Haz: Yusuf Oğuzoğlu)
Sadece şehirlerimiz değil, bütün bir millet, bir ümmet; dünya tarihindeki yerini almaya, özne konumuna, heybetli dikilişlere/ dirilişlere hazırlanmalıydı.
 Ziyaretimiz boyunca bir şuurun müşahhas, billboardsız örneklerini görecektik. “Eser” zaten; gösterilen ihtimamla estetiğiyle, kendi kendini işaret ve ifşa ediyordu. Parmakların kuru benlikleri gösterip, göze girmesine gerek yoktu.
Fatih Bey’in köyü Misi’de; haşmetli yüzyılların hatıralarıyla süzülen, mağrur Nilüfer çayı; istikbalinden emin, nazlı, hiç şüphesiz bir o kadar da mesut akıyordu.
Emir Sultan’da neşeli güvercinler serazat geziyordu; Tophane’de ise lâtif bir atmosferde, yarı baygın, eli tespihli muhabbetli kadınlar.. Elbette. Halkına bende, hizmete talip, aklıselime haiz yöneticilere sahip bulunmanın karşılığında, şükretmekten başka elden ne gelirdi ki?
Bursa’da; neden bilmem, geçen sene TYB’yle yaptığımız, Suriye gezisinden bazı anılar canlandı, Osmanlı yadigârında gezindik durdu. Televizyonu açtık, hayrettir Suriye görüntüleri tesadüf etti. Fatma Ünver’le de aynı hassasiyeti paylaştık.
Hoş bir tevafuktu. Konya’ya dönüşte, Salih Sedat Ersöz Bey’in “Bir Vatan Toprağı Suriye; Gezi Notları” isimli kitabıyla buluşmamız.
Gönülden, mükerreren teşekkür ediyorum…
*Tabir, Alain de Button’un
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi