Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bu Vatan Bizim

Bu Vatan Bizim

Bir 30 Ağustos’u daha geride bıraktık. O tarihler, İmparatorluğun son seneleri, Millî Mücadele dönemi, bakalım bize nasıl sesleniyor. Devrin tanıkları, aktörleri ve bazı tarihçi yazarların ifadelerinden:

Türk ordusunun bir taarruz savaşına giremeyeceği fikri, bizim kuşağımız için değişmez gerçeklerden biri idi. Ordumuzun kahramanlığına bel bağlardık, fakat onun ancak dayanma mucizeleri verebileceğini sanırdık. Onun son destanları 1877 Harbi’nde Plevne, 1912 Harbi’nde Edirne, sonra da Çanakkale idi(….)

Zaman geçtikçe umutsuzluğumuz arttı. Havadisi duyurmakta Beyoğlu gazeteleri ile yarış eden ve üst üste kasabalar alındığı rivayetlerini uyduran bir Türkçe sürüm gazetesine kızıyorduk.

-Taarruz çökmüş olsa, bir tebliğ verirlerdi. Durduk mu, geriledik mi? Ah! Hiç olmazsa bir iki kasaba alsak da öyle dursak.

Bir iki kasaba alıp durmayı nimet saymaya başlamıştık. Az da olsa bir başarıyı, halk güvenini arttırma yolunda kullanmak kolaydır. Bu, bir edebiyat işidir. Fakat ya hiçbir şey yapamadıksa, ya geriledikse?(…)

Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk. İhtimal durmuştuk. Belki de bir iki noktada gerilemiştik. Ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? Yunanlılar da artık bitkin bir hâlde değil mi idiler. Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. Bu da elbette Sevres Antlaşması’ndan daha iyi olurdu.

Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile beraber esir olmuş…

Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyük ada vapurunun güvertesinde öğrendim.

Türkleri Büyükada Yat Kulübü’nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam cezasını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu. Ada sokakları, çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez bir hâle geldi.(…)

Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkleri yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri miydi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar neydi?

Meğer bütün karargâhı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş… (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, 2023, s. 324-325)


Orgeneral Fahreddin Altay anlatıyor: Büyük Taarruz başlıyor: Ordu, 1922 aylarında düşmanın yeni bir saldırısına karşı savunma tedbirleri alırken bir taraftan da düşmanı memleketten atmanın çarelerini arıyordu. Başkumandan nihayet taarruz kararı verdi. Düşmanın kuvvetli olmasından dolayı bu taarruzun ancak bir sevkülceyş (strateji) baskını ile olacağını kestiren Gazi Mustafa Kemal bir kere de işi kumandanlarla müzakere etmeyi uygun bulmuş olacak ki 20 Ağustos 1922’de gizlice Akşehir’e geldi ve bir toplantı yaptı. Bu toplantıda kendisi, kurmay başkanı ile cephe kumandanı, Birinci ve İkinci Ordu kumandanlarını ve Süvari Kolordusu kumandanı sıfatı ile beni bulundurdu. Yalnız İkinci Ordu kumandanı ordunun henüz kâfi kuvveti olmadığından taarruzda muvaffakiyet olmazsa memleketin müdafaasının tehlikeye düşeceğini bildirdi.

Başkomutan saldırının yapılacağını ve ona hazırlanılmasını kesin olarak bildirdi.

Taarruz 26 Ağustos’ta Afyon’un güney bölgesine baskınla başlayacak, İkinci Ordu iki kolordusunu (II. Ve IV.) gece yürüyüşleri ile gizlice Birinci Ordu emrine aktaracak, Süvari Kolordusu da gece yürüyüşleri ile Sandıklı’ya giderek piyadelerin düşman cephesini vurmasını müteakip içeri dalarak düşmanı inhizama uğratmaya çalışacak. (Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2023 s. 310)

27 Ağustos’ta düşman Balmahmut güneyindeki tayyare alanını bozarak bir kaç tayyaresini Uşak’a doğru kaçırdı. Bunlar üzerimizden geçerken yaptığımız ateşler isabet etmiş olacak ki biri düşecek gibi oldu ve pek alçaktan Dumlupınar’a doğru akıp gitti. Tümenimiz bu arada Akçaşar’a vararak Küçükköy’e kadar demiryolu muhafızları ile savaşa tutuştu, 14. Tümen’in karşısında ilerlemek isteyen bir piyade kolu da durduruldu. Kolordu karargâhı da ilerlerken önde giden muhafız süvari bölüğü Kumarlı ile Akçaşar arasında düşmanın bir hat muhafızı kuvvetine tesadüf ederek saldırdı. Düşman şiddetli bir ateş açtı çarpışma sırasında genç teğmen Bayramiç’li Lütfü Osman şehit oldu, Teğmen Süreyya ağır bir şekilde yaralandı. Bu gençler son zamanlarda Kuleli Lisesi’nden kaçarak Ankara’ya gelen ve orada kısa zamanda yetiştirilen fedakârlardandır.

Süvari Tümeni görevini yaptı ve istasyona sürdüğü 2. Süvari Alayı, bu istasyonu muhafaza eden düşman kuvvetlerine saldırarak onları dağıttığı istasyonu zapt etti. Bu muharebe olurken ben de Akçaşar Tepesi’nde bulunuyordum.

Bu savaşın en şiddetli sırası idi ki, daha önce hastalandığı için Konya Hastanesi’ne gönderdiğimiz karargâh subaylarından İzmirli genç teğmen Yıldırım Kemal’i karşımda buluverdim. Her vakit arkadaşlarına neşe saçan bu sevimli, kabına sığmaz vatansever genç subay karşımda gençliğinin verdiği o heyecanlı haliyle selam verdikten sonra:

Taarruz emrini alır almaz hastaneden çıktım ve trene atlayıp geldim. Emrinizdeyim.’

Bu hali takdir ve sevgi ile karşıladım. ‘Eski vazifenize devama başlayınız…’

Yıldırım Kemal benim bu sözümden sonra bir an durdu ve gene o güzel heyecanı ile:

Kılıcımı sallayarak İzmir’e önde girmek isterim. Beni en ilerideki bir alaya göndermenizi rica ediyorum.’

Sevimli genci kırmak istemedim. Önce İkinci Tümen’e gönderildi oradan da İkinci Alay’da vazifelendirildi. Aradan iki saat geçtikten sonra şahadet haberi geldi. Bu vatansever subayın arkasından gözlerim dolu dolu oldu. İzmir’e girdiğimiz zaman da babasının subaylarımızdan onu sorduğunu unutmak mümkün değildir ve Küçükköy istasyonuna onun adını vermekle hem babasını hem de arkadaşlarını teselli etmiş oluyorduk.” (Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 316-318)


Falih Rıfkı Atay, gündelik notlarından özetle sunuyor: “28 Ağustos- Anadolu, telgraf ve posta muhaberatını kesmiştir. Motorlar ve kayıklar Anadolu ile İstanbul arasında münakalattan men olunmuştur. Ve ilk doğru haber: “Ordumuz Afyonkarahisar cephesinde Yunan hatlarına taarruz etti’ Yunan tebliği ise mütemadiyen muvaffakiyetsizliğimizden, geri çekildiğimizden, bazı köyleri birer müddet işgal ettiğimizden bahsediyor.(Çankaya, s. 328-329)

Sinan Meydan yazıyor:

26 AĞUSTOS 1922 SABAHI: Her zamankinden daha sessiz bir sabah, Yunan Karargâhı derin uykuda… Bu karşın Türk taarruz birlikleri gece savaş düzeni almış, bekliyor. Topçular tetikte… Saat 04.00’ te Başkomutan Atatürk, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa, atlarına biniyorlar. Karanlıkta birkaç fenerle aydınlatılan patika yoldan Afyon Kocatepe’ye yöneliyorlar.

Şafak sökerken Kocatepe’deki gözetleme yerine varıyorlar. Sabah 04.30’da topçu ateşiyle Büyük Taarruz başlıyor. Önce süvari kolordusu coşkun bir sel gibi Yuna cephesine akıyor.

Yunan ordusu, kelimenin tam anlamıyla gafil avlanıyor. Öyle ki iki gece önce, 24 Ağustos’ta Afyon Orduevi’nde yüksek rütbeli Yunan subaylarının katıldığı bir balo verilmişti. Yunan kurmaylar, Atatürk’ün 21 Ağustos’ta öğleden sonra saat 4.00’te Çankaya’da şehrin ileri gelenlerine ‘çay ziyafeti’ vereceğini sanıyordu. Çünkü Atatürk, Yunan’ı uyandırmamak için Hâkimiyeti Milliye’ de böyle bir haber yayınlatmıştı. Ancak o gün, Çankaya’da çay keyfi değil, Akşehir’de ordu komutanlarıyla son toplantısını yapmış, taarruz emrini vermişti İki gün önce Türkler, İtalyanlardan aldıkları Spat XIII uçaklarıyla keşif uçuşlarına da başlamıştı. Aynı gece Türk birlikleri sessizce Yunan cephesine sokulmuştu. Bir gün önce de Türk karargâhı, Kocatepe’nin güneyindeki Çadırlı Ordugâha taşınmıştı. Aynı gün, Başkomutan Atatürk’ün emriyle dış dünyayla her tür haberleşme kesilmişti.

Yunan ordusu o günlerde Türklerin saldıracağını düşünmüyordu. Muhtemel bir saldırıyı ise Türklerin çokça yığınak yaptığı kuzeyden, Eskişehir’den bekliyordu. Çünkü Başkomutan Atatürk böyle bir beklenti yaratmıştı. Fakat Atatürk’ün planı aslında güneyden, Afyon’dan saldırmak şeklindeydi.

26 Ağustos’ta ilk birkaç saatte önemli mevziler alındı. 27 Ağustos’ta Türk orduları düşmanın peşinden Sincanlı ve Afyon ovasına indi. Yunan orduları bozulup geri çekildi. Afyon ele geçirildi. O gün, 57. Tümen Komutanı Albay Reşat (Çiğiltepe), Atatürk’e söz verdiği saatte Çiğiltepe’yi alamadığı için intihar etti.

28-29 Ağustos’ta dağınık Yunan orduları Uşak yönünde kaçmaya başladılar. Bu sırada kaçak Yunan birliklerinin önemli bir bölümü, güneyden I. Ordu, kuzeyden II. Ordu tarafından Aslıhanlar-Dumlupınar’da sıkıştırıldı. 30 Ağustos’ta Başkomutan Gazi-Mareşal Atatürk, Zafertepe’den bizzat yönettiği savaşta bu kuvvetlerin önemli bir bölümünü imha etti. Kütahya kurtuldu. Böylece İsmet Paşa’nın tabiriyle Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldı.(…)

Geride kalan Yunan kılıç artıkları İzmir’e doğru kaçmaya başladılar. Kaçarken köyleri, şehirleri, hatta ekinleri yaktılar. Kadınlara tecavüz ettiler. İnsanları katlettiler.

Atatürk, 1 Eylül 1922’de ordularına ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir’ emrini verdi.

2 Eylül’de Yunan ordusunun yeni başkomutanı Trikopis esir alındı. Aynı gün Eskişehir kurtarıldı.

Türk ordular düşmanın peşinden 9 Eylül’de İzmir’e girdi.

Sözün özü, 1918-1922 arasındaki emperyalist işgal, 26-30 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesiyle sona erdi” ( Atatürk’le 365 Gün, Derleyen: Yasemin Nâsır Erbek, Parga Yayıncılık, 2019; s. 274-275)

Yanlışı doğrusuyla, eksikleri başarılarıyla bir devir geçti. Hepten karalamalarla, geçmişe takılmaya pek meraklıyız da; bakalım yeni zamanların izleri, meydana çıkan müessif tablolar hakkında tarih nasıl söz edecek.

Mustafa Kemal Atatürk ile kurmaylarına, kahraman Mehmetçik ve tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, onları saygıyla minnetle anıyor; 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR