Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bir mânâmız vardı

Bir mânâmız vardı

Büyük romancılarımızdan, merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu; kendisiyle yapılan bir söyleşi de mühim bir soruna değiniyor:

“Mademki bir Türk yazarıyım, insanımı anlatmak zorundayım. O zamana kadar hatta Halide Edip’te bile, ondan evvelki Halit Ziya Uşaklıgil’de bile ben Türk insanını biraz Batı kopyası gibi görürüm. Yani Halide Edip de, Uşaklıgil de, Fransız, İngiliz, Alman romanlarına bakmış eskizini yapmış.(…) “İslam mayasını bilmezsen bir neticeye varamazdın. Halide Edip’te, Sinekli Bakkal’da Vehbi Efendi vardır. O bizim Mevlevimiz değildir. Sanki İngiliz ruhuna Mevlevî kisvesi giydirmiş gibidir. Tevfik Fikret’in kendi amentüsünü yazması ve sonuçta çocuğunun papaz olması… Türk insanı bu değildir. Türk insanını anlatırken nasıl ruhsuz, kalıplaşmış, makinalaşmış bir insan gibi anlatırsın.” (Mehmet Nuri Yardım, Romancılar Konuşuyor, Çağrı Yayınları)

Bugün de, mesela kafacığına göre; bir Hz. Mevlana, tasavvuf, tarih icat eden, bambaşka bir takdim ile okura sunan ve popüler olan yazarlar vardır.

Şahıslarına, olaylara, kurguya giydirdikleri kisvede; meşhur sözle, gerçek anlamda bir “yerlilik ve millilikten” söz edemeyiz. Her şey karmakarışık, kavramlar boz bulanıktır; bu ortamdan yarar sağlayanlar, beslenenler de olmuştur.

Prof. Dr. Alaattin Karaca;  “Mana ve Lafız Dengesi” isimli yazısında, önemli bir diğer problemi dile getirir. Çağdaş Türk Edebiyatında mananın/özün giderek değer kaybetmesi, sanatta sadece lafız/biçimin, hünerin yeterli görülmesi; sanatın salt biçimsel, ruhsuz, cansız, samimiyetsiz, bir gösteriye dönüşmesi hususuna dikkat çeker.

 “Sanatta mana ile lafız, özle biçim arasındaki denge nasıl kurulabilir, mana mı lafza, lafız mı manaya tabi olmalıdır” sorusuna cevap ararken; bize Yakup Kadri’nin bir tespitini aktarır(Kadro, S. 16, Nisan 1933):

“Geçenlerde bir gün, Avrupa’da musıkî tahsil etmiş bir gencin bize verdiği konseri dinlerken, kafamda Türk edebiyatına ait bir muammanın düğümü çözüldü. Sahnede gördüğüm genç kemancı tıpkı bir Viyanalı artist gibi giyinmişti. Kemanı tutuşunda, yayı çekişinde notayı alıp verişinde herhangi bir Avrupalı archer’den farkı yoktu. Çaldığı parça da Mozart’tan bir sonattı ve musikiden anlayanlara göre bu güç parçayı hiç aksamadan çalıyormuş. Şu hâlde Garb’ın musiki âlemine bizim de sizdeki gibi saz ve muzika ustalarımız var; diyebilmemiz için ne eksikti? İçimden bir ses cevap verdi: Âletle musiki arasındaki insan!”

Kanaatimce günümüzdeki edebiyat da bu hastalıkla malûldür: İnsan yoktur, ruh yoktur, mana yoktur!.. Nitekim Yakup Kadri; “İşte bizim de, yani Garp kültürüne tâbi edebiyatçıların da bu memleketteki yarım asırlık rolü bundan başka bir şey değildir. Türk romancısı roman tekniğine bir Avrupalı müellif kadar âşinadır.” diyerek meseleyi açıklığa kavuşturuyor. Ve sonra ekliyor: “Musikide olduğu kadar edebiyatta da virtüözlük”…

İşin acısı ise, artık sadece edebiyatta değil gerçek hayatta da; toplumda madde-mânâ dengesinin değişmeye başlamasıdır.

Mânâlı söz, mânâlı insan, insanın mânâsı… İslâm-Türklük mayası.

 Çağdaş insanın haddizatında bir kabuğu, kaşıntısı, çıkıntısına mı dönüşmektedir. Suretler, şekiller envaiçeşit, o biçimdir.

Mustafa Necati’nin 1999 yılında yaptığı tespitler, yaklaşık 20 sene sonra üzücü bir mecraya mı dökülmüştür.

Acaba şimdi, vaktiyle hep tenkit edilen bir kesimin; bir açıdan “Garb kültürüne tâbi” yazarların konumuna mı düşülmektedir.

 “Muhafazakârlarımız” hangi kültürle hemhâldır; kutsalla bağların devri mi geçmiştir?

Alaattin Hoca’nın sorusu, bazı dergilerden bahisle; İslâm mayasını, mânâsını bilmesi anlaması gerekenlere; menfî bir yönelişin sahiplerinedir:

 “Şimdi İslâm estetiğinden, mana ve lafız dengesinden bihaber, ama gücü arkasına almış ‘muhafazakâr sanat’, ‘yerli ve millî sanat” vb. söylemlerle öne çıkan ‘üstat’lara (!) sormak gerekiyor: Son zamanlarda yayılan, salt hünerverliği sanat sanan, derinliksiz, sızısız, manaca silik eserler üreten ‘virtüöz’lerin Yakup Kadri’nin yazısında sözünü ettiği ‘kemancı’dan ne farkı var?..” (15.10.2018, Karar)

Bu yüzden belki de, bazı yapıtlarda, yazıda; kim, hangi konu işlenirse işlensin yabancılık sunilik hissi uyanıyor, ruha değmeyip, tat vermiyor.

Sadece şekil, sırf teknik, hele bir de mayasız mayasıl(!) anti kahramanlar, karakterler varsa yavan geliyor, sadra hiç tesir etmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi