Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bıçak

Bıçak

Bıçak önce, kendini yapan ustaya yöneldi ve üst üste kalbine saplandı.
Bıçağın öyküsü böyle başladı.
Sonra,  varlığıyla her içli dışlı olanla, ona bağlılığını ispatlayanla birlikte; yaman bir beraberlikle, amansızsa kesmeye başladı.
Serkeşti,  fütursuzdu, sarhoştu. Paslı yürekleri merkezine çekerdi. Söz dinlemezdi, asiydi,  gabiydi.
Bıçağın bir adı da, “Kör bıçaktı”. Kör bir lânetle, her yere, her şeye batabilirdi.
İnsanoğlunun elleri, bıçağın gözleriydi.
Bıçağın kabzasında harfler kazılıydı. Çoğalıverseydi keşke harfler. Uzun cümlelere dönüşseydi soluksuz. Sonsuz nefeslerle, çığlıklar içindeki insanlığın imdadına yetişseydi. Yürek köprülerinin, iletişimin sesi; beşeriyetin bedenini kesmeye hazırlanan bıçağın ucunu körletseydi. Ya da bıçak sadece, çirkini kesmeye; ama kökünden kesmeye yarasaydı.
Saatler 12’yi vurduğunda, idamlıkların kanı, faciaların, cürümlerin feryadı, mazlumların âhı değil;  aşkların terü tazeliği, baharlarla sarmaş dolaş sonsuz yeşilliği, meydanlarda fışkırsaydı.

Bıçak; akılları kanattığı gibi,  akıllar da bizzat bıçak haline dönüştü. İhtilâllere, harplere yol gösterdi, akıl öğretti.
Bıçak, keskin zekâların, serazat koşturan bilimin yolunu kesti.    
Savaşlarda bütün silâhlar bıçaktı aslında. O, en eski atalardan biriydi.
Desiseydi, yeni düzenlerin temsilcisiydi; ölümün bol kanamalı şekillerindendi. Katilin mükerrer, şeddeli hıncıydı. Bazen, binlerce kişi önündeki seyirlikti.
Kanla yazılmış asırların,  sonsuzca  sürmüş  öfkelerin, katmerli nefretin, destansı  şiddetin, bağımlılık yapan vahşetin.. güzeli ayağa düşürüp, ‘Şırak!’ diye işini bitirip; talihleri ve tarihleri kesmenin aracıydı.
Hain, kalleş ve sinsiydi.
Çokcana pusu kurardı yollara, akıllara. Kalpleri sokardı dara.  Onulmaz pişmanlıklara.  Azabın dipsiz, nedamet döşeli, çifte gayya kuyularına.
Aslında, kızılın gölgesi düşmüş darağaçlarını kurdururdu.  Ama ne hikmetse,  eline aldığında Âdem’le Havva’ya; nar ağaçlarının, cennetsi meyvelerin hayalini kurdururdu.
...
Kuşkunun, sanrının, yürek ve zihin sancılarının emrindeydi bıçak. Bazen başına sürülmüş zehirlerle gençleştirilir, zinetlenir, gönlü hoş edilirdi.
Ucuz hayatları alabildiğince kısaltırdı. Tehditkâr, cüretkâr, isyankâr, garaz dolu bakardı.
Brütüs’ün elinden, hanedan kavgalarına, mahalle bıçkınlarından,  yoldan çıkmış sokaklara kadar egemenliği uzanırdı.  Kalabalıkların umutsuz haykırışlarında, kuşakların gelecek kokulu bitmez tükenmez kavgalarında, utanmazca pırıldardı. Tozlu küflü, köylü kent soylu, istikbal vadeden tarih sayfalarına teklifsizce yamışırdı.
Işıltısı, albenisi hiç sönmezdi. İhtirasın kanmazlığında; cazibesini hiç yitirmezdi
Âdem, Âdem’e bıçak çekti. Bireysel zamanları, bıçak gibi kesti gitti.
...
Giyotin oldu, nice masumları kesti.
Aklı kesti ki; büyüse  “kılıçlaşsa”  daha beter,  fiyakalı cakalı işler yapacak.  Öyle sanırdı ki. Boylu poslu, babayani bir kılıç olsa; her gören, derhal kapacak...
Sık sık kimlik değiştirirdi. Meselâ hançer,  en çok “Hançerli Hanıma” yaraşırdı.
Kasatura, bisturi yerine konuldu. Seri katilce, bisküvi tadıyla baş lezzet yerine kuruldu.
“Ustura Kemal’le”   kabadayılaştı. İyice küstahlaşıp, önüne gelene sataştı.  Tıraşlandı.  Tıraş bıçağı şeklinde, nice tarih kesitlerini âlâyıvâlâyla tıraş etti.
Bir süre durdu, kınına girdi.
Sonra..
Keskin bir kararla ittifak yapmaya, diğer bıçaklarla birleşmeye niyetlendi.
Bıçak, sürülendi. Bu, imeceyle KESMECE dönemiydi.
Âdem ile Havva’nın yüreğini bıçak gibi,  acı bir şey kesti.
...
Bıçak, aşkın yüzünde hazin, esef uyandıran çizikler yaptı.
Tarihteki gönül, sanat adamlarının ve kahramanların meydana getirdiği devasa mimarîyi temelinden oydu; bilimin suretine kesik attı.
Tıynetini değiştirme tekliflerini; kestirip attı.
Ara verdi. Dinlenmek için biraz kestirdi.
Bilgenin hizmetkârıydı bıçak… Bilge, göğsünü yardı. İçini pisliklerden temizledi. Sonra bir yürek aydınlanmasıyla, sayısız çiçek hoşluğuyla gülümsedi.
Göklerden haber geldi. İsmail’in boynuna değdi.
Bayramlarda esasında, nefislere bilendi.
Kâşifin eline geçti. Balta girmemiş ormanları, yüzlerce serabın uykuya dalıp, apansız uyanıverdiği, hülyalarla tutuşmuş çölleri yardı.
İlim adamının yanında, karanlığı, cehaletin karnını deşti. Bilimsel susuzluğun, tutkunun doruklarına vardı.
Bazen, gani gönüllü bir dervişle mutfaktaydı, dergâhta. Çiğliklerin, pişmişliğe, ham ervahların olgunluğa durduğu; ucu bucağı kaçmış,  ulu görkemli zamanlarda…
...
Bilene.. bilene.. kendine de bilendi.
Tanrım, bu ne kötü kaderdi.
Densizdi, çirkefti, necisti. Bezgindi, ümitsizdi, yüreksizdi.
Bir an cesaretlendi. Dipten dibe; işledikçe, karanlık yollarda yürüdükçe; iyice çeliğine, iliğine işleyen soğuk acısını kesmeye niyetlendi.
Çaresizdi, umarsızdı, duyarsızdı. Ama nice ihanetin,  zulmün, melânetin kanı üzerinden akıyordu. Suçluydu. Kaçamazdı.
Saygı duyulacak bir gayretle, sapıyla gövdesini birbirinden ayırdı. Bir baltaya sap olurdu belki.
Başını keskin taşlara çarptı. Akıllanırdı sanki.
Sonunda çevik, nice işler becermiş, başarılı ucu körlendi.  Güzelim gövdesi paslandı, parlaklığını yitirdi.
Eski ihtişamı yoktu. Son bir çabayla doğruldu.
Toprağın bağrına battı. Yeni çıkan bir fidanı kesmeye davrandı. Ölümü,  öldürmeyi ölesiye seviyordu. Ancak, nafileydi.
Devir bıçak devri değildi. Çok daha gelişmiş, çağa özgü silâhlar yerini almıştı.
Bu, bıçağın intiharıydı.
“Üzülme!” dedi Bay Lâin.
“İnsanoğlunun derununda türlü bıçaklar vardır. Onun kalbiyle  bağlantısını kesmekle, işe yeniden ve yeniden başlayabiliriz..”
İlk kazıntı tâ o barbarsı zamanlarda yapılmıştı. İlk cinayet, tâ o hayvansı devirlerde işlenmişti.
Cinayetler, cinayetleri;  savaşlar savaşları kovalamıştı.
Âdemle Havva, hep Altın Çağlara, Mutluluk Asırlarına hasret gitmişti.
Hüsranlar, yılgınlıklar, “insanlıktan” nasipsiz yıllar birbirini üzerine devrilmişti.
Ama bıçağın hikâyesi devam etmişti.
Yolların üzerine uzandı bıçak. Akılların en girift, kalplerin en mahrem köşelerine gizlendi.
Kendisini hiçbir zaman bırakmayacak, sahip çıkacak ellerle neşelendi. Çeşitli bezeklerle süslendi, peçelendi.
İnsan,  insan oldukça bıçağın serüveni hiç bitmeyecekti.
...
Fakat artık, öyküyü burada kesmek gerekti.
Çünkü...
 Bir gün  bir  başka yazar.. hiç kuşkusuz farklı  bir  bıçak  öyküsünde gezinecekti.
Belki de  o; kelimeleri  bıçak  ucuyla kazıyacak, edebî  bıçağın  tehdidiyle yerlerinden sürüp, oynatacak…
Sonra da.. taptaze, bıçkı(n)  bir  BIÇ/
AK  öyküsünü..
bizlere armağan edecekti.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi