Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Benimle oynar mısın

Benimle oynar mısın

Kâbe, Mekke; İslâm Dünyasının kalbi ve inananlar için ayrı, müstesna bir yerde duruyor. Bu anlamda orayı daima seveceğiz. En azından şahsım için böyle… Fakat konuyla ilgili devasa problemlerin olduğunu da inkâr edemeyiz.

Pakistanlı düşünür Ziyaüddin Serdar; kutsal beldenin tarihi gelişimini, hikâyesini tüm boyutlarıyla anlattığı Mukaddes Belde Mekke adlı kitabında, vahim bir noktaya da işaret eder; “Mekke’nin tipik bir Amerikan kentine dönüşmesine”. Yazar, zamanın meşhur dizisi Dallas ile bile arada paralellikler bulur. 1975-1982 yıllarına değinir söz gelişi:

“Çirkin yüksek katlı binalar, spagetti kavşaklar ve yüksek direkli sokak lambaları bir gecede ortaya çıkıverdi. Şehirde kalmış olan tarihi değere sahip çok az yapı ise buldozerlerle yıkıldı. İmar kısıtlamaları yumuşatıldı; emlak simsarları, tüm kaçınılmaz kentsel çürüme ve ağır sosyal problemleriyle birlikte emlak şehre taşındı. İslâm’ın en kutsal şehri, şimdi çirkin, gürültülü, kirli, kokulu ve insani boyutları çok üzerinde olduğu için dehşete düşüren modern mimari ile dolu bir şehre dönüştü. Şehirde hemen hemen hiç yeşil alan kalmadı; ağaçlar ortada görünmez oldu ve az miktardaki yeşil alan ise herhangi bir hayal gücüne yer vermeyecek kadar yalın bir hale geldi. Tüm şehir otomobillere teslim edildi; yayalar için hemen hemen için hiçbir düzenleme yoktu. Ve şehre yeni bir tanrı geldi: Para. Artık mukaddes beldeyi yeni bulunan petrol zenginliği tüketiyordu” (Mukaddes Belde Mekke, Ter: İbrahim Kapaklıkaya, Etkileşim Yayınları, İstanbul 2015, sf. 403)

“…2005 senesinde, Mescid-i Haram’ı üçüncü genişletme çalışmaları tamamlandığında, Kral Fahd, “Mekke’deki yeni sarayının penceresinden Kâbe’yi görebilecek hale gelmişti. Saray doğu yakasına inşa edilmişti ve tüm Mescid-i Haram’ı gölgeliyordu. Sarayın bitişiğinde bulunan ve kuruluşu Hz. Peygamber’in (a.s.m.) devrine kadar uzanan tarihî Bilal-i Habeşi Camii güvenlik gerekçesiyle yıkıldı.” (sf. 426)

Sonuçta, mukaddes belde de var olan iki özellik, yani ‘güzellik’ ve ‘zamansızlık’  nitelikleri, modern planlama saldırısı altında ortadan kaybolacaktı.” (Sf. 408)

Ecyad Kalesi yıkıldıktan sonra.. “kültürel ve tarihi öneme haiz 400 alandan oluşan şehrin bin yıllık binalarının yüzde 95’inin yıkıldığı tahmin edilmekteydi…. Mescid-i Haram’ın karşı yakasında ise, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ilk eşi olan Hz. Hatice’nin (r.a.) evi, bir tuvaletler bloğuna dönüştürülmüştü.”

“…Mekke Kraliyet Saat Kulesi, Mescid-i Haram’ın üstüne çullanan tek bina değildi.. Hz. Ebubekir’in (r.a.) evinin arsasına yapılan Mekke Hilton’u ve (başkalarını) ekleyebiliriz” (sf. 434-435)

Amerikalı bir şair ve film yapımcısı ise, şehrin yeniden geliştirilmiş çağdaş halini şöyle tanımlıyordu: “Mekke caddeleri Houston’a benziyor(du)” (sf. 440)

Ziyaüddin Serdar, meselenin püf noktasına şöyle değinir:

“Elbette Bir ‘Mukaddes Mekke Şehri Master Planı’ vardı ama hiçbir zaman şehri geliştirenler tarafından rehber olarak başvurulmamıştı ve Batılı danışmanlar çok zarar verici nitelikte daha büyük planlar yapmaya devam ediyordu. Eğer bu planlar uygulanırsa, dağlar düzlenecek, gökdelenler yapılacak ve mukaddes beldenin dokusu tamamen bozulacaktı.”( Sf. 405)

Şimdi bu sevgili(!) Batılı danışmanlardan birini kısaca tanıyalım; John Perkins.  Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları isimli kitabının birinci cildinde Perkins, şunları yazıyor:

Yapılan anlaşmalar gereğince: “Suudi Arabistan petro dolarlarını ABD devlet tahvili almak için kullanacak, karşılığında ise bu tahvillerden alınacak faiz geliri ABD Hazine Bakanlığı’nca Suudi Arabistan’ın bir ortaçağ toplumu olmaktan çıkıp, modern ve sanayileşmiş dünyaya adım atmasını sağlamaya yönelik kullanılacaktı. Başka bir deyişle, krallığın petrol gelirinin milyarlarca dolara varan bileşik faizi, benim (ve muhtemelen bazı rakiplerimin) Suudi Arabistan’ı modern bir endüstriyel güce çevirmek için kurmuş olduğumuz hayalleri gerçekleştirmeleri için ABD firmalarına ödenecekti. Kendi hazine bakanlığımız bizi, Suudi parası ile tüm Arap Yarımadası’nda altyapı projeleri ve hatta komple şehirler yapmak üzere işe alacaktı.” (Ekonomik Tetikçinin İtirafları ter: Murat Kayı, A.P.R.I.L Yayıncılık, İstanbul 2014, sf. 135)

Anlaşmanın önemli yerlerini Ortadoğu Enstitüsünde görevli bir eski gazeteci şu şekilde özetlemişti:

“Nakit içinde yüzen Suudiler, yüzlerce milyon doları ABD Hazinesi’ne verecekler, onlar da satıcılara veya çalışanlara ödeme yapmak gerekene kadar bu parayı tutacaklardı. Bu sistem, Suudi parasının Amerika ekonomisine geri dönmesini garanti ediyordu. Anlaşma, aynı zamanda, komisyon yöneticilerinin Suudiler ile birlikte yararlı olduğuna karar verdikleri herhangi bir projeyi de meclis onayına gerek kalmadan yapmalarını sağlıyordu.” (sf. 136)

Perkins’in itiraflarından biri ise şöyle. Proje için, hanedan arasında fikir birliğine ihtiyaç duyuluyordu.

“1975 yılında, anahtar oyunculardan birini ikna etmek üzere atanmıştım”.

Fakat bu iş, zannedildiği kadar kolay değildi. Prens W, “bizim, bin yıl önceki haçlılar ile aynı hedefleri güttüğümüzü söylüyordu: Arap dünyasının Hristiyanlaştırılması. Aslında, bu konuda kısmen de olsa haklıydı. Bence, haçlılar ile bizim aramızdaki fark sadece bir derece meselesiydi Avrupa’nın Ortaçağ Katolikleri, Müslümanları Araf’tan kurtarmaya çalıştıklarını iddia ediyorlardı; biz ise Suudilerin modernleşmelerine yardım etmek istediğimizi iddia ediyorduk. Gerçekte, sanırım Haçlılar da, şirketokrasi gibi, öncelikle imparatorluklarını genişletme peşindeydiler” (sf. 137-138)

“Usame bin Ladin’i de finanse ettiklerini belirten” John Perkins, Prens W’nin bir zaafını kullanır, güzel sarışınlar… Neticede, “tüm paket kraliyet ailesince onaylanır.” (sf. 141)

Son olarak  “John Perkins’in Kişisel Tarihçesine” bir bakalım. Yükselerek giden -bizim için ne yazık ki- başarılarla dolu bir hikâye:

“1974: Suudi Arabistan’da büyük bir ET başarısı yaşanmasında etken oldu. Kraliyet ailesi, milyarlarca dolarlık petrol gelirini ABD devlet tahvillerine yatırmayı ve ABD Hazine Bakanlığı’nın, bu yatırımın faizini krallıkta elektrik ve su sistemleri, yollar, limanlar ve şehirler yapmaları için tutulacak Amerikan şirketlerine vermesine izin verdi. Karşılığında, ABD de kraliyet ailesinin iktidarda kalmasını garanti edecekti. Bu, Irak’ta başarısızlıkla sonuçlananı da dahil, gelecek ET anlaşmaları için bir örnek oluşturdu.” (sf. 308)

Ekonomik tetikçiler, dünyanın her tarafında boy gösteriyor. Hedef ülkeler, hedef yöneticiler var. Doğrusu; akla takılan bazı anlı şanlı, devletleri, gelecek nesilleri ağır yükler altına sokan şaşalı projelerin ne idüğünü, ardında hangi oyuncular olduğunu insan merak etmeden duramıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi