Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bekamız

Bekamız

Hepimiz kendi iktidarımızın sarhoşuyuz. 

Başkalarına tavsiyeler, öğütler, şık sözler.. ama ehemmiyet verdiğimiz  noktalara geldiğinde, coşkun damarlarımıza basılınca kükremelerimiz, inlemelerimiz, duygu ve hareket taşkınlıklarımız artıyor. 

Dünyada ebediyiz. Gençlik, güzellik, sağlık, mevki, zekâmız bâki.. Gölgeli varlığımız, politik sarhoşluklar da öyle.

Hangi parti, kim olursa olsun keyfimize göre, sonsuza kadar iktidar sanrısındayız. 

Demokrasi ancak Ana İktidar, Ana Muhalefet, Koca İktidar, Koca Muhalefet partisine oy vermekle mümkün olabiliyor. 

Hatta bazıları dünyevî muktedirlik, mutluluk(!) süreçlerine, ahireti de katmaktan çekinmiyor. Aksi takdirde, siyasetin tayin ettiği kâmil bir adalete göre, her iki âlemde de çılgın ateşler içinde yanmayı, nârı hak edeceksiniz.

“Seçime gölge düştü” iddiaları, muhalefetine iktidarına ayrı uygulamalar. Neredeyse savaş tamtamları.

Daha önceki seçimlerde olduğu üzere,  hatalar, hileler geçerli olabilir. Lâkin konu bu değil.

Hayat bizim plan ve ihtiraslarımıza, amaçlarımıza paralel yürüyebilir mi yahut nereye kadar gider.

Zevk kesintiye uğramaz mı, tat acılaşmaz mı; inancımıza göre, en geçici sarhoşluklar dünyevî olanlar değil midir? İnsan, saltanatlar, zaferler ilanihaye sürebilir mi?

Bu dünya iniş çıkışlardan, itibarî sonuçlardan, göreceli yenilgiler ve galibiyetlerden, düş(üş)lerden ibaret değil mi? 

Haşa işlevsiz, varlığın dışına düşmüş; kul takdirine(!) idrakine sığışmış bir İlâh tasavvurumuz mu var.

Heva hevesimiz, madalya taktığımız başucu programlarımız, ikide bir ödüllendirip durduğumuz kafamız, hiç sukutu hayale uğramaz mı?

Rüyalarımız bir gün bitmez mi veya başka bir rüyanın içine girmez mi? Yoksa hep düşte miyiz? Son kertede içine düşeceğimiz sandık, toprakla örtülmez mi?

Değişim dönüşüm diye işbaşına geliyor, bütün yerleşik değerleri altüst eden söylem ve eylemlerde bulunuyoruz da; milletin en azından bir kısmında, siyasî yönde bir yenile(n)me ihtiyacı doğmuşsa neden anlama güçlüğü çekiyoruz.

Seçme hakkımız yok mudur? Niçin Şahsî menfaaat, hayat memat meselesi haline geliyor her şey.

En azından yıpranma, aşınma hâllerinden, beşerî zaaflardan uzak kalabilir miyiz? 

Her şeyin bir süresi yok mu? Sadece biz mi tayin edici,  karar verici, belirleyiciyiz.

Karalama, tahammülsüzlük, nefret, tehdit, çıkmaz bataklar, Benlik çirkinlik yarışı, kapışmış numaralar…

Beka, İstiklal harbi, iç-dış güçler kuşatması v.s. sözleri; neticede daima Kişilerin ikballerine, iktidarların uzayıp gitmesine, baş’lığa dayanıyor.

Mesele şahısların, dünyevî iktidarların bekası mı yoksa fevkalâde önemli bir beka meselesi daha mı var.

Kimse toplumda ayrışmanın, bölünmenin, politik adanma ve kurbanlığın, ilkelliğin; seçim günü, Saadet partili müşahitlerin öldürülmesine, birkaç oy için cinayete kadar neden vardığını konuşmuyor mesela. 

Lider Ülkede, Müslümanlar böylesine vuruşup ayrışıyor. 

Ve biz “İslâm Medeniyeti, İslâm Birliği’nden” filan bahsediyoruz cakayla fiyakayla. 

Güçten, kudretten, dini layıkıyla salt kendisinin temsil etmesinden, biat merasimlerinden. Uçuşup duran, tutunacak dayanacak yer arayan, havalı tezlerden.

Sandık, yalnızca nefsimizi kabartan bir araç değil; hiç talip olmadığımız aynaya bakış aslında.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi