Bağ(lantı)lar
Hayat, herhalde bağlardan ibarettir. Sebep-sonuç münasebetleri, olaylar dizisi, başlangıç ve bitişler, kısaca hayatın tekmil düzeninde bu bağ(lanış)ı hisseder, görürüz, keşfederiz. Ve genel bir bağımlılık hâlini düşünebiliriz. Çünkü irtibatımızın şekli ve şiddeti değişik de olsa, yaşadığımızca, sayısız bağ kurarız. Ölüm ise; dünyevî zamanımızın bitmesi neticesinde bu bağların kopması olsa gerektir.
Dışarıdan bakıldığında, gülünç gibi gelen, anlaşılmayan hatta belki kendimizin de muhtemelen anlam veremediği nice bağlantı vardır. Derecesi, süresi farklı da olsa bağlarımız, bir ilişkiyi hatıra getirir; gevşektir, sıkıdır. Olaylara, insanlara, nesnelere bağlantı ise; bize bir bakış, anlam ve hikâye sunacaktır.
Rüyalarımız hedeflerimizle, planlarımız öngördüklerimizle, hayatın getirisi götürüsü, kaderin hediyeleriyle “bağımlılıklarımız” artar. Fakat genellikle bazı bağlantılar, üzerimizdeki bir baskıyı da ele verir. “Sahip olmak” duygusu hayatîdir. Ehemmiyet vermesek bile “malik olmak, egemenlik kurmak” insanlığımızın gereğidir(!). Acizliğimizi ortaya çıkaran, “Ezber bozan” hadiseleri, gelişmeleri onun için kolayca kabul edemeyiz. Sahiplenemediklerimiz, elden çıkanlar bizi sıkıntıya sokar.
Biteviye tazelediğimiz, çeşitlendirdiğimiz, birçoğunu fark etmediğimiz; aşikâr, görünmez, sırlı bağlarla yaşantımızı sürdürürüz. Bir mekân, ruh eşi, hayal, evlât, mal mülk, meslek, eşya bağları vs uzar gider, neticede tek insana, “Ben’e” bağlanır sığar…
…
Ahmet Hamdi Tanpınar günlüklerinde, kendini Paris’e bağlı bir merkep gibi hissettiğini söyler mesela. Paris ile tutkulu irtibatına rağmen, şehirden umduğunu bulamamıştır. “…altı aylık tatili büyük tatili bitmek üzere(dir). Hiçbir mısra, ne bir satır yazabilmiş, ne de ciddi bir şeye çalışabilmiştir. Sadece kısa hamlelerle bulunan bir can sıkıntısı içinde şuraya buraya gitmiş gelmiş. Paris’e bağlı bir merkep gibi yaşamış. Hattâ basit, hayvanî zevklerden bile mahrum kalmıştır.”
“Hayatımı idare eden kuvvetler bu seyahati bile her şeyin bende çürüdüğü, hiçbir yeni ve güzel, büyük, esaslı bir şeye başlamam imkânı kalmadığı zamanda olmasını” istediler diye yakınır. O sıralar Paris üzerinden kurduğu bağ, böyle hissettirmiştir. Ama “kendinden memnun olmaya, şahsını yetersiz bulan” Tanpınar’ın duyguları, hayat bağları; .. hayatının son gününe kadar acılaşarak, ekşiyerek devam edecektir. (Günlüklerin Işığında/ TANPINARLA BAŞBAŞA, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Dergâh Yay. sh. 69-70)
Hayvanlara olan kolay kopmaz bağlarımız ise ayrı fasıldır. Acil ihtiyaç sıralamalarını da düşündüren hoş bir hikâyedir:
“Hz. Îsa’nın havarilerinden biri küçük bir şehirde vaazü nasihat etmektedir. Ahali, o havariden de Hz. Îsa gibi ölüleri diriltmek sûretiyle bir mucize göstermesini istemiş. Bunun üzerine şehirdeki mezarlığa gidilmiş ve bir mezarın önünde durulmuş(tur). Havari, Allah’a o kabirdeki kişiyi diriltmesi için niyazda bulunmuş. Mevta âniden kabirden kalkıp silkinmiş ve etrafına bakarak ‘Eşeğim nerde, eşeğim nerde!’ diye bağırmaya başlamış(tır). Meğer hayattayken en değerli varlığı eşeği olan çok fakir bir zâtmış. O eşek hayatındaki en önemli şeymiş.” ( Prof. Dr. Robert Frager, Aşktır Asıl Şarap, Keşkül Yay. sh 46-47)
…
Bağlarımız ağırlıktır bazen; biz onlarla varlığımızı gezdirirken…
Yer çekimi bir bağ, değil midir? Ruh, bedenin bağlısı sayılmaz mı? Bizi saran bağların kuvvetini inkâr etmek mümkün müdür. Hele ki çoğunu kontrol edemezken.
Esasen hepimiz toprağa bağlı değil miyiz? Ki günü geldiğinde kuzu gibi bağ(rına) gireriz.
Lâkin “ölmek” bize yazılıysa da, dünyaya olan bağlılığımız akıl almaz kertededir. Bize, kafamızı devre dışı bıraktıran nice elîm hatalar yaptırır, günahlar işletir. Eşya ve ona bağlı “Hırs” öne geçer, en hayatî değerleri çiğnetir. İhtiyaç kisvesinde, gönlümüzü tüketir. Ve o zaman asıl bağla(ntılarımızın) nereye, kime olduğu sorgusu ortaya çıkar.
Zihin bağları, kalıpları, kutuları da çağrıştırır. Baş bağları, zihin cendereleri, ağları.. Lüzumsuz düşünceler/düşler, fuzulî işler arenasıdır. Güzelliği, aklıselimi de boğar.
Bağlar, kimi zaman ipler, boyunduruk demektir. Prangalar, halkalar; köleliğin belgesi, esaret dağlar.
Ülkü peşindeyken, insanı yüce mânâlı bir varlık olarak telâkki ediyorken, basit önemsiz gibi gördüğümüz aslen gittikçe derinleşen giriftleşen bazı bağlar dolayısıyla yüksek fikirlerimizi; sığın, alelâdenin içinde eritip, ruhumuzu feda etmemiz, gönüllü mahkûmiyetimiz ise ne hâzindir. Kurduğumuz ilişkiler; hayat dilimizi, yaşantımızı değiştirecektir.
Tahrif edip, saptırsak da “sevgi”, hayatımızın aslî bağıdır. Ki sevgi bir bakıma, bedenen ruhen bağlanmak ihtiyacıdır. Fakat daha “ötesini” de davet eder. Çünkü kurduğumuz bağlar, hiçbir zaman yeterince tatmin etmez, bütünü kucaklamaz. Aslında hayat boyunca aradığımız; bazen gölgelense, tarafımızdan bastırılıp gömülse de, Allah’a bağlanma/ dayanma arzusu ve o aşkla kaybolmak iştiyakından/ ihtiyacından başka nedir?
Tenimize değen; insan, eşya, havayla kurduğumuz bağlar geçici... Arızî de olsa, kuklaların, Karagöz- Hacivat perde oyununun, gölgelerin bağları çekici. Yine de inkâr edilmezdir bağlanma zevki, neşesi.
Ölümün, uçurumun kıyısına gelmişken, geri dönenlerin hayat bağlılığı… Elden çıkanların, kayıp gidenlerin, uçanlara karşı duyduğumuz alâka. Kesilmez, kesiksiz bağlar…
Karanlık(zulmet), nedenler niçinler bizi içine alır, bağlar. “İlk Sebep” unutulur da, aydınlık kalkar. Günümüzde ne denli ışıktan kaçarız. Ki ziyâ hâlimize ağlar.
Dışarıdan bakıldığında, gülünç gibi gelen, anlaşılmayan hatta belki kendimizin de muhtemelen anlam veremediği nice bağlantı vardır. Derecesi, süresi farklı da olsa bağlarımız, bir ilişkiyi hatıra getirir; gevşektir, sıkıdır. Olaylara, insanlara, nesnelere bağlantı ise; bize bir bakış, anlam ve hikâye sunacaktır.
Rüyalarımız hedeflerimizle, planlarımız öngördüklerimizle, hayatın getirisi götürüsü, kaderin hediyeleriyle “bağımlılıklarımız” artar. Fakat genellikle bazı bağlantılar, üzerimizdeki bir baskıyı da ele verir. “Sahip olmak” duygusu hayatîdir. Ehemmiyet vermesek bile “malik olmak, egemenlik kurmak” insanlığımızın gereğidir(!). Acizliğimizi ortaya çıkaran, “Ezber bozan” hadiseleri, gelişmeleri onun için kolayca kabul edemeyiz. Sahiplenemediklerimiz, elden çıkanlar bizi sıkıntıya sokar.
Biteviye tazelediğimiz, çeşitlendirdiğimiz, birçoğunu fark etmediğimiz; aşikâr, görünmez, sırlı bağlarla yaşantımızı sürdürürüz. Bir mekân, ruh eşi, hayal, evlât, mal mülk, meslek, eşya bağları vs uzar gider, neticede tek insana, “Ben’e” bağlanır sığar…
…
Ahmet Hamdi Tanpınar günlüklerinde, kendini Paris’e bağlı bir merkep gibi hissettiğini söyler mesela. Paris ile tutkulu irtibatına rağmen, şehirden umduğunu bulamamıştır. “…altı aylık tatili büyük tatili bitmek üzere(dir). Hiçbir mısra, ne bir satır yazabilmiş, ne de ciddi bir şeye çalışabilmiştir. Sadece kısa hamlelerle bulunan bir can sıkıntısı içinde şuraya buraya gitmiş gelmiş. Paris’e bağlı bir merkep gibi yaşamış. Hattâ basit, hayvanî zevklerden bile mahrum kalmıştır.”
“Hayatımı idare eden kuvvetler bu seyahati bile her şeyin bende çürüdüğü, hiçbir yeni ve güzel, büyük, esaslı bir şeye başlamam imkânı kalmadığı zamanda olmasını” istediler diye yakınır. O sıralar Paris üzerinden kurduğu bağ, böyle hissettirmiştir. Ama “kendinden memnun olmaya, şahsını yetersiz bulan” Tanpınar’ın duyguları, hayat bağları; .. hayatının son gününe kadar acılaşarak, ekşiyerek devam edecektir. (Günlüklerin Işığında/ TANPINARLA BAŞBAŞA, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Dergâh Yay. sh. 69-70)
Hayvanlara olan kolay kopmaz bağlarımız ise ayrı fasıldır. Acil ihtiyaç sıralamalarını da düşündüren hoş bir hikâyedir:
“Hz. Îsa’nın havarilerinden biri küçük bir şehirde vaazü nasihat etmektedir. Ahali, o havariden de Hz. Îsa gibi ölüleri diriltmek sûretiyle bir mucize göstermesini istemiş. Bunun üzerine şehirdeki mezarlığa gidilmiş ve bir mezarın önünde durulmuş(tur). Havari, Allah’a o kabirdeki kişiyi diriltmesi için niyazda bulunmuş. Mevta âniden kabirden kalkıp silkinmiş ve etrafına bakarak ‘Eşeğim nerde, eşeğim nerde!’ diye bağırmaya başlamış(tır). Meğer hayattayken en değerli varlığı eşeği olan çok fakir bir zâtmış. O eşek hayatındaki en önemli şeymiş.” ( Prof. Dr. Robert Frager, Aşktır Asıl Şarap, Keşkül Yay. sh 46-47)
…
Bağlarımız ağırlıktır bazen; biz onlarla varlığımızı gezdirirken…
Yer çekimi bir bağ, değil midir? Ruh, bedenin bağlısı sayılmaz mı? Bizi saran bağların kuvvetini inkâr etmek mümkün müdür. Hele ki çoğunu kontrol edemezken.
Esasen hepimiz toprağa bağlı değil miyiz? Ki günü geldiğinde kuzu gibi bağ(rına) gireriz.
Lâkin “ölmek” bize yazılıysa da, dünyaya olan bağlılığımız akıl almaz kertededir. Bize, kafamızı devre dışı bıraktıran nice elîm hatalar yaptırır, günahlar işletir. Eşya ve ona bağlı “Hırs” öne geçer, en hayatî değerleri çiğnetir. İhtiyaç kisvesinde, gönlümüzü tüketir. Ve o zaman asıl bağla(ntılarımızın) nereye, kime olduğu sorgusu ortaya çıkar.
Zihin bağları, kalıpları, kutuları da çağrıştırır. Baş bağları, zihin cendereleri, ağları.. Lüzumsuz düşünceler/düşler, fuzulî işler arenasıdır. Güzelliği, aklıselimi de boğar.
Bağlar, kimi zaman ipler, boyunduruk demektir. Prangalar, halkalar; köleliğin belgesi, esaret dağlar.
Ülkü peşindeyken, insanı yüce mânâlı bir varlık olarak telâkki ediyorken, basit önemsiz gibi gördüğümüz aslen gittikçe derinleşen giriftleşen bazı bağlar dolayısıyla yüksek fikirlerimizi; sığın, alelâdenin içinde eritip, ruhumuzu feda etmemiz, gönüllü mahkûmiyetimiz ise ne hâzindir. Kurduğumuz ilişkiler; hayat dilimizi, yaşantımızı değiştirecektir.
Tahrif edip, saptırsak da “sevgi”, hayatımızın aslî bağıdır. Ki sevgi bir bakıma, bedenen ruhen bağlanmak ihtiyacıdır. Fakat daha “ötesini” de davet eder. Çünkü kurduğumuz bağlar, hiçbir zaman yeterince tatmin etmez, bütünü kucaklamaz. Aslında hayat boyunca aradığımız; bazen gölgelense, tarafımızdan bastırılıp gömülse de, Allah’a bağlanma/ dayanma arzusu ve o aşkla kaybolmak iştiyakından/ ihtiyacından başka nedir?
Tenimize değen; insan, eşya, havayla kurduğumuz bağlar geçici... Arızî de olsa, kuklaların, Karagöz- Hacivat perde oyununun, gölgelerin bağları çekici. Yine de inkâr edilmezdir bağlanma zevki, neşesi.
Ölümün, uçurumun kıyısına gelmişken, geri dönenlerin hayat bağlılığı… Elden çıkanların, kayıp gidenlerin, uçanlara karşı duyduğumuz alâka. Kesilmez, kesiksiz bağlar…
Karanlık(zulmet), nedenler niçinler bizi içine alır, bağlar. “İlk Sebep” unutulur da, aydınlık kalkar. Günümüzde ne denli ışıktan kaçarız. Ki ziyâ hâlimize ağlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.