Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Aziz babam -3

Aziz babam -3

İsa Ruhi Bolay portresine birkaç nokta daha eklemeliyim.

Pekiyi, ilkelerini tatbik etmiş miydi, gönül adamı mıydı? Evet.

Tunçbilek’de yaşarken, çok sevdiği için iki kedi resmi de duvara asılıydı. İbadet ederken gözümün önüne geliyor dedi, kaldırdı. Sonraları dışarıda kedi besleyecekti. Düşkün olduğu bazı yiyecekleri, bir müddet yemediğini hatırlıyorum. Yahut, bir muhasebe sonucu kendi davranışlarını beğenmediğinde ibadetini arttırdığını, mesela birkaç gün oruç tuttuğunu..

Yine, sağlığına dikkat edip, her gün yürüyüşe çıktığını ilave etmeliyim.

Çocukluğumda sürekli kitap alır ve bizi okumaya teşvik ederdi. En sevdiği hediyeler, beğendiği yararlı olacağını umduğu kitapları gençlere hediye etmekti. Okuduğu kitapların kenarına notlar alırdı. Kitapları karalamayı ondan öğrendim.

Necip Fazıl gibi büyük şairlerden heyecanla yüksek sesle şiirler okur, teybe alır ya da konferanslarına götürürken de herhalde edebî bir sevginin ilk tohumlarını atmıştı… Dili güzel kullanmaya önem verirdi. Uydurulmuş, kısırlaştırılmış Türkçe’den kaçınırdı.

İyi derecede İngilizce, Almanca bilirdi. İngilizce’ den; “Tercihimiz Niçin İslâm” isimli, meşhur bazı isimlerin, hidayet hikâyelerini anlatan bir kitabı tercüme etmişti. Ne yazık ki bu kitap çalışmalarını devam ettiremedi. Ömrünün son dönemlerinde Arapça’ ya merak salmıştı. Ve Kur’an ayetlerini anlayabiliyordu.

Yazarlığımda büyük etkileri vardır.  Düşüncelerimizi dikkate alır ve dinlerdi.  Bugün fikirlerimi serbestçe ifade edebiliyorsam, onun vaktiyle sunduğu hoşgörü ortamının, destek ve teşviklerinin de payı büyüktür.

Yardımseverdi. Muhtaçlara, yoksullara oldukça cömert davranırdı. Çevresinin maddi manevi sıkıntılarını halletmeye çalışırdı.

Küsleri barıştırmak için inanılmaz çabalar sarf ederdi. Yaşlıları, kimsesizleri, yalnızları ziyaret etmeye, dualarını almaya önem verirdi.

Hakkı tavsiye etmeyi, eğitmeyi severdi. Bana her zaman bir işe giriştiğimizde, öncelikle “Allah ne der?” diye düşünmemizi salık verirdi.

Bazen çocuk gibi bir safiyete şahit olurdunuz.  Son dönemlerde, meydandaki kötülükleri anlamakta belki de güçlük çekerdi.

Herhalde.. başka bir dünyanın garip, yalnız adamıydı.

Yazar Nurten Selma Çevikoğlu anlatıyor:

“Ben kendisini ömrünün son yıllarında tanıdım.(…) Hakikaten bir Osmanlı Beyefendisi idi. Eşine günümüzde rastlamak gerçekten zordur. Dînî, milli ve kültürel hemen her konuda geniş bilgi birikimi mevcuttu. Sohbet ettiğinizde sohbetine doyum olmazdı. Hele tasavvufi konularda engin bir anlayışa sâhipti. Çok değerli insanlar tanımıştı. Özellikle Ramazanoğlu Mahmut Sâmi Efendi Hazretleriyle bizzat görüşmüşlerdi. Yanı sıra pek çok tasavvuf büyüklerinden feyiz almışlardı. İbâdetlerine çok ehemmiyet gösterirler, az konuşurlar, konuşunca da ağzından dâima yumuşak, en güzide bilgiler dökülürdü, vakar sâhibiydi. Tüm aile yakınlarım ona hayrandı. Hatta küçük oğlum Rûhi beyden yalnızca kendisi değil arada onar-yirmişer guruplar hâlinde gençlerle birlikte gider kendisinin değerli birikimlerinden, hayat tecrübelerinden istifâde ederlerdi. Eşim, erkek kardeşim, oğullarım ona hayrandılar. Mühendis olan küçük oğlum hep ona “Osmanlı Çınarı” yakıştırmasını yapardı.

Zekiydi, nâzikti, kibardı, kimseyi kırmazdı hiç bağırdığını, kızdığını, sinirlendiğini görmedik. Peygamber ahlaklıydı tâbiri tam ona yakışırdı.”

Yazımı, son olarak bir mektupla bitiriyorum:

“Hayat değişik, her ân karşılaşılabilecek rengârenk yük(leme)lerle dolu... Kırılmalar, hadiselere kapılma dakikaları; keskin dönemeçler, adapte olmakta zorlanacağımız, bazen neye uğradığımızı şaşırdığımız sürprizler, ibretlikler, başlangıçlar, çatallı uçlar içice...

Çıkmamız gereken duvarlar, aşmamız icabeden yokuşlar, doludizgin giderken kuşanacağımız/kazanacağımız bir duruş ve şuur; sonra yüzleşmeler... Hâsılı bin bir zorlu şey...

Siz bunları bilirdiniz... Elinizde sapmaz, yanılmaz bir pusulanız vardı. Hiç şaşırmazdınız.

Hayatımızın bir yüzünde çöreklenmiş, küstah acılar bulunurdu; biteviye aynı ânlardan oluşmuş uzun çileli bir yol gibi.. çalkalanır, sağa sola çarpar dururduk.  “Örnekliğinizle” davranışlarınızla, diğer yüzünü de gösterirdiniz... Teselli olur, kısmen durulurduk.

Hayatı hiçbir zaman “kuru bir kavga” gibi nitelemediniz.  Hikmete, erdeme götüren yolu; teslimiyetin, rızanın, mahviyetin güzelliğini, kulluğa gayretin verdiği saadet duygusunu seçtirdiniz... Uyanışların,  uhrevî âlemin yüceliğini hissettirdiniz.

Sevdiklerimizi kaybetme korkusu vardı hep... Korktuğumuza uğradık çok geçmeden... Kâbus gibi gelen günlerin ortasında, dengemizi kaybedebilir, tamamen eriyebilir, hüsrana uğrayabilirdik. Taşkınlıklarımızı, sapkınlıklarımızı sizin olgunluk, inanç sınırınızın yüksekliği durdurdu.

Bir hastahane; dünya “Hastahane”.. bir-üç cenaze, dünya “Ölüler evi”...

“Hakikatin” ve asıl diri(liş)lerin yeri, sizi hep düşündürdü ve yolunuzu açık seçik gördürdü. Dik duruşunuz ve tavizsiz kişiliğinizi belirleyip, manevîyatla ördürdü.

Her insan hiç şüphesiz başlı başına özgündü. Yine de benzerlerinden ayrılan, güzel ahlâkıyla taçlaşan, sabrıyla tecessümleşen, hafızalarda ve gönüllerde yer eden sıra dışı numuneler vardı... Siz öyleydiniz.

Ailenizi oluşturan her ferdin bitmez tükenmez ayrı sorunları vardı. Ve hedef tahtası olarak size gelip dayanırdı. Hayat yüklerdi, biz yüklenirdik. İstifinizi bozmazdınız.

Hep metin, hep hâkim, hep kaviydiniz. Belâları “kolayca” göğüsleyiverirdiniz. Bize, “yumuşak inişlerle” gelmesine özen gösterirdiniz.

Hâlbuki insandınız. Hiç mi incinmez, kırılmazdınız. Korkularınız, kuşkularınız, çatışmalarınız olmazdı.

Yıkılıverecektik, tutardınız... Kırılıverecektik, dayardınız... Çökecektik, ölüverecektik çoğu zaman; kutlu uyanışları, ulvî direnişleri ortaya koyardınız.

Ölümler ki aşındırırdı. Her defasında dimdik ve yenilenmiş olarak çıkardınız.

Acı, kopkoyu, şeddeli bir yenilme, ezilme duygusu kaplardı benliğimizi. Gururumuz isyanımız boynumuzu/ boyumuzu aşardı. Kurardık, sorardık, sorgulardık.

Kafa tuttukça, imtihanımızı, azabımızı, ağırlıklarımızı çoğaltırdık. Siz ki diktiniz, doğruydunuz; eğilip bükülmez, el etek öpmezdiniz.

 Ancak “eğildiğimizin”, çetin açmaz/çıkmazlar değil, zorba insan ya da kader değil,  her şeyin çıkış, bitiş ve dayanış noktası(Tek Nokta); İlâhi El’in imzası, “O’nun” huzuru olduğunu hatırlatırdınız.

Uğraşır, çok çalışır, bütün gücünüzle(hiçliğinizle)  başınızı Hakk Kapısı’nda eğik tutardınız.

Manevî ödülleriniz vardı. Konuşmaz, açığa vurmazdınız.

Hiçbir zaman değerini yitirmeyecek, gözden/gönülden düşmeyecek, hep yandığınız

bir gayenin peşinde koştunuz. Uğrunda ter döktünüz, yoruldunuz, hırpalandınız, horlandınız ve dışlandınız...

Sonunda, bazılarınca anlaşılacaktınız.

 Hadiselerden, dünya meşakkatlerinden tek başınıza, yorgun fakat muzaffer bir savaşçı gibi alnınızın akıyla çıkacaktınız.

Çalışacak, koşacak, uygulayacak ve inancınızı bir mücevher titizliğiyle daima koruyacaktınız...

Sizi seviyoruz Azîz İsa Ruhi Bolay!

Bağışla! Lâyık değilim ama seninle övünmemi hoş gör baba!

 

Kızınız Hüzeyme Bolay”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi