Aşk Yolunda Adım Adım
“Kara demir gönlünü aynada görür de
Ben de âşık olabilirmişim, der.
Şu gökyüzü âşık olmasaydı gönlü
Böyle saf, böyle temiz olmazdı.
Güneş de âşık olmasaydı
Yeryüzünde bir ışık bulunmazdı.
Yeryüzünde dağ da âşık olmasaydı
Gönlünde otlar bitmezdi.” Hz. Mevlânâ (Aşk Yolunda Adım Adım Kitabından)
Yolculuk içinde yolculuk var bilindiği gibi. Aşk yolculuğu en temelli, merkezî olanı. Dünyaya onu bulmak için, sevgi azığıyla, aşkla düştük herhalde. Hayat yolculuğu bir aşk yolculuğu zannedersem de.
Ceyda-Emrah Altuntecim; aşk kavramının çok kirletilip çekiştirildiği, esasen hakikî âşıkların da az bulunduğu bir dönemde; bize samimi ve hâlis bir aşktan müşahhas ve çok değerli bir örnek sundular, delil getirdiler.
İstanbul’dan Hz. Mevlâna’ya, hiç vasıta kullanmadan, 49 günde yürüyerek, eriştiler. Yolculukları 13 Ağustos 2009’da İstanbul-Yenikapı Mevlevihanesi’nden başladı; 30 Eylül 2009’da Hz. Mevlânâ’nın doğum gününde Konya-Yeşil Türbe’nin önünde bitti.
Ve şimdi karşımıza bu serüvenin kitabıyla çıktılar: “Aşk Yolunda Adım Adım”.
İnsanın hayat standartlarından, günlük alışkanlıklarından, her akşam evine dönüş konforundan, sıcak aile- tanıdık iş ortamından sıyrılıp, bir çırpıda geçmişi, birikimlerini, çevresini silip; tehlikelere apaçık meçhul bir yolculuğa çıkması ve sürenin birkaç günle sınırlı kalmaması hiç de kolay olmasa gerek. En azından yürek ister.
Her gün 7-8 saat yürümek, sırasında oruç tutmak, keyfince hareket edememek… Tarla ortasında çadır kurmaktan, lüks bir otele, öğretmenevlerinden, köylere kadar değişik mekânlarda kalmak, hatta bir anda kendini gece vakti ortada ve çaresiz bulmak.
Zuhurata tâbi olmak, sızlanmamak, şikâyete düşmemek, yüz çeşit insanla muhatap olmak farklı duygular. Ezberinizin, yerleşikliğinizin ve kalıplarınızın bozulması. Aşkla birlikte, uyum kabiliyetinizin, yeteneklerinizin, zamanı kullanma becerinizin, sabrınızın, mukavemetinizin de sınanması. Olumsuz gözüken şartlara rağmen; dirlik âhenk içinde olmak, bir dengeyi, istikrarı, düzeni ve bir gönül huzurunu daimî korumak mecburiyetinde bulunmak.
“Aşk Yolunda Adım Adım”, Emrah Altuntecim’in ifadesiyle “yolun ve yolda karşılaşılan insanların hikâyesi” olmakla birlikte; aynı zamanda içsel bir seyahatin öyküsü…
Mesnevînin mürşitliğiyle, manevî büyüklerin himmetleriyle ilerlemek…
“Bu yolculuğun en güzel yanlarından biri de buydu işte… Hz. Mevlana yolunda yürürken yol güzergâhı üzerinde bulunan evliya türbelerini, şehitlikleri ve anıt mezarları ziyaret ediyorduk ve tıpkı farklı çiçeklerden nektar toplayan arılar gibi, içimizdeki acıları tatlılaştırmak, bal yapıp tatlılıkları paylaşmak için hiç durmadan yol alıyorduk. Bu öyle bir yoldu ki yorgunluklar ve sızılar her durağında kendiliğinden şifa buluyordu. Günler boyunca aralıksız yapılan ziyaretler hayatımızın bu en uzun seyahatini bir arınma ve “manevi restorasyon” yolculuğuna dönüştürmeye başlamıştı.”(sh 91)
Merkez Efendi, Aziz Mahmut Hüdayi, Yaman Dede, Tezveren Dede, Somuncu Baba, Geyikli Baba, Şeyh Edebali, Anasultan, Nimetullah Hazretleri, Lâdikli Ahmet Ağa gibi nice yüce, ışıklı gönüller…
Çelebi’lerden, Mehmet Dumlu’ya, Selahaddin Hidayetoğlu’na uzanan bir güzellik zinciri… Halil İbrahim Amca, Zeki Amca, Dağcı, Leman Anne, Peyker- Zahid Sagun kardeşler, Hatice Teyze Bayram Amca, Hz. Şems’in on beş yıl türbedarlığını yapmış İsmet Nine gibi lâtif halkalar… Elektronik postayla yürüyüşü destekleyenler; mânâ âguşları, sarılışları. İsimsiz kahramanlar, mütevazı Anadolu erleri, çiçekleri…
“Rampalı yollarla başbaşayız ve Bilecik’e kadar da rampalar aşmak zorundayız. Dağları aşmak ve Bilecik’e varmak istiyoruz; dik ve virajlı rampalar karşımızda duruyor. Bu rampalar tırmanılırken içimizde de değişimlerin olduğunu hissediyoruz. Yalnızca fiziksel bir asfalt güzergâh üzerinde atılan adımlar olarak düşünmeyin, bu aynı zamanda her adımda Yaradan’ı zikrederek, onu düşünerek, onu arayarak, onun yarattıkları karşısında coşarak, zaman zaman ağlayarak ve kendi acziyetimizi hissederek arşınladığımız bir yol ve bu yolda yaşananlar içinde paylaşabileceğimiz ve aktarabileceğimiz olabildiği gibi yalnızca bizlerin kalbinde kalacak deneyimler, sezişler ve algılayışlar da var.”(sh. 161)
“Hayatınız boyunca ihtiyaç duyduğunuz her şey aslında tek bir çantaya sığabiliyor… Bu durumda da bedeninizde, zihninizde ve duygularınızda bir bütünlük hissediyorsunuz. Bu durum iç dünyanızın düzene girmesine ve hafiflemenize neden oluyor… Evet, tek kelime ile ‘hafifliyorsunuz’.”(sh. 260)
Kitapta sözü bazen Ceyda Hanımefendi de alıyor. Ve bu ikili, muhabbette birleşen anlatım, okura ayrı bir zevk veriyor:
“Eyüp Sultan… Bu mekân Emrah’ı her zaman heyecanlandırırdı… Uzak diyarlara yürümeden önce bu heyecanı daha bir farklı, daha bir güçlüydü… Dev çınar ağacının yükselen dallarına bakıyor ve o anın güzelliğini idrak etmek istercesine gözleri kısık, düşüncelere dalıyordu.” (sh. 20)
Yolun kazanımlarını anlatıyor Emrah Bey: “Evet bu yürüyüş yalnızca bize değil, sayısız insana da türlü manevi kazanımlar sağlamıştı. Asırlar öncesinden, atalarımızdan gelen paylaşımlar yeniden canlandırılmıştı. İnsanlar yüzlerce kilometre yürüyerek kendilerine gelen bu iki garip insanı ağırlamayı seviyordu. Türklerin geçmişinde saklı olan göçebeliğin kendine has erdemlerinin manevi genler vasıtası ile nasıl köpürdüğünü görüyorsunuz. Ufuk çizgisinden gelen dost yolcular uzaklardan haber getiren, manevi bereketlerin habercisiydi. Gelenin küfesine bir parça ekmek koymak ya da fayda verici küçük bir nasihat, yolcuya hancı olmak şerefinin adeta Orta Asya Bozkırları’ndan esen bir rüzgâr gibi kalplere esmesine vesile oluyor bu yolculuk.” (sh. 250)
Güzel hedefler, “Unutma! Hatırla! Bir’le(ş)!” diyen güzel eylemler…
“Aşk Yolunda Adım Adım” ; Hz. Pir’den bir mesaj, bir aşk mektubu gibi de okunabilir.
Ben de âşık olabilirmişim, der.
Şu gökyüzü âşık olmasaydı gönlü
Böyle saf, böyle temiz olmazdı.
Güneş de âşık olmasaydı
Yeryüzünde bir ışık bulunmazdı.
Yeryüzünde dağ da âşık olmasaydı
Gönlünde otlar bitmezdi.” Hz. Mevlânâ (Aşk Yolunda Adım Adım Kitabından)
Yolculuk içinde yolculuk var bilindiği gibi. Aşk yolculuğu en temelli, merkezî olanı. Dünyaya onu bulmak için, sevgi azığıyla, aşkla düştük herhalde. Hayat yolculuğu bir aşk yolculuğu zannedersem de.
Ceyda-Emrah Altuntecim; aşk kavramının çok kirletilip çekiştirildiği, esasen hakikî âşıkların da az bulunduğu bir dönemde; bize samimi ve hâlis bir aşktan müşahhas ve çok değerli bir örnek sundular, delil getirdiler.
İstanbul’dan Hz. Mevlâna’ya, hiç vasıta kullanmadan, 49 günde yürüyerek, eriştiler. Yolculukları 13 Ağustos 2009’da İstanbul-Yenikapı Mevlevihanesi’nden başladı; 30 Eylül 2009’da Hz. Mevlânâ’nın doğum gününde Konya-Yeşil Türbe’nin önünde bitti.
Ve şimdi karşımıza bu serüvenin kitabıyla çıktılar: “Aşk Yolunda Adım Adım”.
İnsanın hayat standartlarından, günlük alışkanlıklarından, her akşam evine dönüş konforundan, sıcak aile- tanıdık iş ortamından sıyrılıp, bir çırpıda geçmişi, birikimlerini, çevresini silip; tehlikelere apaçık meçhul bir yolculuğa çıkması ve sürenin birkaç günle sınırlı kalmaması hiç de kolay olmasa gerek. En azından yürek ister.
Her gün 7-8 saat yürümek, sırasında oruç tutmak, keyfince hareket edememek… Tarla ortasında çadır kurmaktan, lüks bir otele, öğretmenevlerinden, köylere kadar değişik mekânlarda kalmak, hatta bir anda kendini gece vakti ortada ve çaresiz bulmak.
Zuhurata tâbi olmak, sızlanmamak, şikâyete düşmemek, yüz çeşit insanla muhatap olmak farklı duygular. Ezberinizin, yerleşikliğinizin ve kalıplarınızın bozulması. Aşkla birlikte, uyum kabiliyetinizin, yeteneklerinizin, zamanı kullanma becerinizin, sabrınızın, mukavemetinizin de sınanması. Olumsuz gözüken şartlara rağmen; dirlik âhenk içinde olmak, bir dengeyi, istikrarı, düzeni ve bir gönül huzurunu daimî korumak mecburiyetinde bulunmak.
“Aşk Yolunda Adım Adım”, Emrah Altuntecim’in ifadesiyle “yolun ve yolda karşılaşılan insanların hikâyesi” olmakla birlikte; aynı zamanda içsel bir seyahatin öyküsü…
Mesnevînin mürşitliğiyle, manevî büyüklerin himmetleriyle ilerlemek…
“Bu yolculuğun en güzel yanlarından biri de buydu işte… Hz. Mevlana yolunda yürürken yol güzergâhı üzerinde bulunan evliya türbelerini, şehitlikleri ve anıt mezarları ziyaret ediyorduk ve tıpkı farklı çiçeklerden nektar toplayan arılar gibi, içimizdeki acıları tatlılaştırmak, bal yapıp tatlılıkları paylaşmak için hiç durmadan yol alıyorduk. Bu öyle bir yoldu ki yorgunluklar ve sızılar her durağında kendiliğinden şifa buluyordu. Günler boyunca aralıksız yapılan ziyaretler hayatımızın bu en uzun seyahatini bir arınma ve “manevi restorasyon” yolculuğuna dönüştürmeye başlamıştı.”(sh 91)
Merkez Efendi, Aziz Mahmut Hüdayi, Yaman Dede, Tezveren Dede, Somuncu Baba, Geyikli Baba, Şeyh Edebali, Anasultan, Nimetullah Hazretleri, Lâdikli Ahmet Ağa gibi nice yüce, ışıklı gönüller…
Çelebi’lerden, Mehmet Dumlu’ya, Selahaddin Hidayetoğlu’na uzanan bir güzellik zinciri… Halil İbrahim Amca, Zeki Amca, Dağcı, Leman Anne, Peyker- Zahid Sagun kardeşler, Hatice Teyze Bayram Amca, Hz. Şems’in on beş yıl türbedarlığını yapmış İsmet Nine gibi lâtif halkalar… Elektronik postayla yürüyüşü destekleyenler; mânâ âguşları, sarılışları. İsimsiz kahramanlar, mütevazı Anadolu erleri, çiçekleri…
“Rampalı yollarla başbaşayız ve Bilecik’e kadar da rampalar aşmak zorundayız. Dağları aşmak ve Bilecik’e varmak istiyoruz; dik ve virajlı rampalar karşımızda duruyor. Bu rampalar tırmanılırken içimizde de değişimlerin olduğunu hissediyoruz. Yalnızca fiziksel bir asfalt güzergâh üzerinde atılan adımlar olarak düşünmeyin, bu aynı zamanda her adımda Yaradan’ı zikrederek, onu düşünerek, onu arayarak, onun yarattıkları karşısında coşarak, zaman zaman ağlayarak ve kendi acziyetimizi hissederek arşınladığımız bir yol ve bu yolda yaşananlar içinde paylaşabileceğimiz ve aktarabileceğimiz olabildiği gibi yalnızca bizlerin kalbinde kalacak deneyimler, sezişler ve algılayışlar da var.”(sh. 161)
“Hayatınız boyunca ihtiyaç duyduğunuz her şey aslında tek bir çantaya sığabiliyor… Bu durumda da bedeninizde, zihninizde ve duygularınızda bir bütünlük hissediyorsunuz. Bu durum iç dünyanızın düzene girmesine ve hafiflemenize neden oluyor… Evet, tek kelime ile ‘hafifliyorsunuz’.”(sh. 260)
Kitapta sözü bazen Ceyda Hanımefendi de alıyor. Ve bu ikili, muhabbette birleşen anlatım, okura ayrı bir zevk veriyor:
“Eyüp Sultan… Bu mekân Emrah’ı her zaman heyecanlandırırdı… Uzak diyarlara yürümeden önce bu heyecanı daha bir farklı, daha bir güçlüydü… Dev çınar ağacının yükselen dallarına bakıyor ve o anın güzelliğini idrak etmek istercesine gözleri kısık, düşüncelere dalıyordu.” (sh. 20)
Yolun kazanımlarını anlatıyor Emrah Bey: “Evet bu yürüyüş yalnızca bize değil, sayısız insana da türlü manevi kazanımlar sağlamıştı. Asırlar öncesinden, atalarımızdan gelen paylaşımlar yeniden canlandırılmıştı. İnsanlar yüzlerce kilometre yürüyerek kendilerine gelen bu iki garip insanı ağırlamayı seviyordu. Türklerin geçmişinde saklı olan göçebeliğin kendine has erdemlerinin manevi genler vasıtası ile nasıl köpürdüğünü görüyorsunuz. Ufuk çizgisinden gelen dost yolcular uzaklardan haber getiren, manevi bereketlerin habercisiydi. Gelenin küfesine bir parça ekmek koymak ya da fayda verici küçük bir nasihat, yolcuya hancı olmak şerefinin adeta Orta Asya Bozkırları’ndan esen bir rüzgâr gibi kalplere esmesine vesile oluyor bu yolculuk.” (sh. 250)
Güzel hedefler, “Unutma! Hatırla! Bir’le(ş)!” diyen güzel eylemler…
“Aşk Yolunda Adım Adım” ; Hz. Pir’den bir mesaj, bir aşk mektubu gibi de okunabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.