Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Anlamak

Anlamak

Zamanla çeşitli etkenlerle; değişimlerden, muhtelif durumlardan, yeni dönemlerden geçer, gelişir, bir noktaya ulaşırız. Bu taze başlangıçların da kapısıdır.

Neyi ne kadar öğrendiğimizi, ibret ve ders alıp almadığımızı bir yana bırakırsak, hayat bir anlam arayışıdır, bir öğrenme biliş süreci.

İçerden dışarıdan sayısız olay, haber, türlü etkileşimler karmakarışık bir döngü. 

Bir İtalyan yazar, “Modern insanın hayret duygusunu kaybettiğinden” söz ediyor. Merak, ilgi, düşünce, inceleme sonu doğuyor hayret. Güzelliğe duyarlı olmakla belki de. Algıların açık olması; kalple iştirak, fikir birliği.

Günümüz insanı hayatı daha düz, eğlenceli, zahmetten, yorgunluklardan uzak yaşamak istiyor oysa.  Zevk azamî, emek asgari… Kararınca(!) yeteri kadar bilgi; fazlası ziyan(!)

Mesleğimizin, ilgi alanlarımızın sevk ettikleri ise ayrı bir konu.

Alelade, sathî, düşüncesiz yönsüz ilerleyişler, zamanla anlayışı da köreltiyor.

Bazı yazarlar, gazetecilerde görüyorum; samimiyetle bir dava sahibiyken işleri, yazıları, sunuşları daha seviyeli, doyurucuydu. Araziye uyduktan, savrulduktan sonra; bakıyorum şimdi zorlamıyorlar kendilerini. Mesela programlarında konuşmalarıyla, sorularıyla daha farklı bir duruş sergiliyor, eskiyi aratıyor.

Çeşitli meslek erbabında da benzer durum gözlenebiliyor. İlim adamı, sanatçı siyasete atılıp, lidere tabi olduktan sonra bilgice, şahsiyet bakımından daha zayıf gözüküyor söz gelişi. Çünkü ayarları farklı, özgürlüğü kısıtlı.

Çocukken Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi abideleri zaten tam anladığım söylenemezdi; bugün de öyle.  Ama şiirleri –özellikle Necip Fazıl’ınkileri ezberler; ahengini, füsununu yakalar, onun etrafında okumalar yapmak hoşuma giderdi, ruhum severdi.

Karakoç’un Sütun’undan Ay Diyaloğu hâlâ hatırımdadır, makaralı teybe okumuştum.

Hayat adımlardı, yerinden memnuniyetsizlikti, çıtayı yükseltmekti, hazineleri deşmekti. Tecessüs ve hayretti, hayranlıktı.

Sadreddin Konevî hazretlerini anlamak ne mümkündü. Fakat O’nu yazmaya yeltenmeden öncesi ve Nefha romanını yazdıktan sonrası aynı değildi. Hiç değilse, denizin kenarındaydım. Yüzeyi, dalgaları kısmen görüyordum, derinliklere çekiliyordum.

 Kervanın son kısmında bile olsa, içinde bulunma arzusu hâkimdi.

Cahilliğime sığınsaydım, adamakıllı katmerlenmiş olarak, bir durakta kalacaktı. Talihin bir cilvesi, bu gezintiler, arayışlar, okuma hevesleri olmuş; yolumun köşe taşlarına yerleşmişti…

Altı çizilmiş satırları tam manalandırmış mıydık? Sadra dökülen, büyük bir anlam çıkardı kimi cümleler satırlardan.

Bazen silsek, karalasak da ak sayfalardaki şekiller, çizgiler, “çizgimizi” belirlerdi. Kelimeler yön verirdi.

Dünya döndükçe, yüklediğimiz anlamlar başkalaşırdı.

 Tanışmalarla, uzun kısa bağlarla, gün ışığına çıkmış bilgilerle farklı veçheler, mayalanmalar oluşur, istinat noktası, hedefler belirir, pencereler açılır, kazançlar bereketler dolardı.

“İyi ki okumuşum, görmüşüm, yollarımız kesişmiş” denirdi.

Eler seçer, hayatımıza çiçeği burnunda aydınlık kelimeler, örgüler eklerdik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi