Ağlayan Kalpler Çiçeği
“Göz göze olmasak da söz sözeyiz bak!”
Büşra Ateş, Ağlayan Kalpler
İtiraf edeyim, Büşra Ateş’in Ağlayan Kalpler romanını okumasaydım, aynı ismi taşıyan bir çiçekten habersizdim.
Büşra Ateş, bir SMA tip 2 hastası, bir tür kas erimesinden mustarip.
Bazı yaşanmışlıklarını kaleme aldığı ve “bu kitapta aslında tüm herkese her şeye rağmen güçlü olmayı amaç edinen bir farkındalık oluşturmak istedim” dediği eserini okuyunca çok şaşırdım. Konforum bozuldu, sarsıldım, çarpıldım.
Hepimiz hayal ederiz, bazıları gerçekleşir, ya da hakikate dönüşmesi ihtimali, bir umut daima vardır.
Ama asla gerçekleşmeyecek hülyalara ne demeli. Bedeni, çoğu dünyevî istekleri bir kenara koymak.
Basit arzuların dahi, devasa mânilerle karşılanması. Mesela küçük kırmızı, parlak, bilekten bağlamalı, taşlı, Polarıs marka ayakkabılar giyememek, yürüyememek, okula gidememek…
Sınırlar, kapılar, pencereler, sürekli baskıyla savaş halinde yaşamak, nefes alamamak. Rüyaların da engelli olması ne kadar zalimce, ne denli iticidir.
Oysa düşlerinize sokmak istemeseniz bile hayaller hep sırnaşırlar.
Akıl kovalar, hissiyat bu acımasız, hileci çatı altına, cazip limana sığınır durur. Çünkü sesini duyurmak, karşılık bulmak, yaşamak emelindedir.
Bizler fizikî üstünlüklerimizin bilincinde olarak, onu anlamaya, duygudaşlık yapmaya çalışırken, belki rol kesebiliyoruz. Hâlbuki Büşra Ateş ve benzerlerinin hayatlarının her karesinde gizli gölcükler var muhtemelen.
Şu satırları yazarken bile düşündüm. Ne kadar samimiyim diye.
Başkalarının keder zengini hikâyelerine nasıl yaklaşıyorum; bundan bir getiri(!) umuyor muyum pak(!) zihnimde.
Amelim, niyetim ne? Veya soylu bir kapı olarak aralanmayı, açılmayı bekleyen Büşra Ateş’i hakikaten okuyabilir miyiz? Hazır mıyız diye?
Kitapla meşgulken, kafama takılan en mühim soru bu…
Hayır, “merhamet” üzerinden giden bir yazı değildir maksadım. Kitabı okuduğunuzda, “demir kadın, zırhlı kadın” tanımlamalarıyla karşılaşıyor ve ikna ediliyorsunuz.
Büşra bizi peşin hükümlü, maddeci, perdeli bakışımıza mukabil, yeni bir gözle kendi dünyasına, kabuğu(muzu) kırmaya davet ederken, kararlılık ve gücünü de gösteriyor.
O; kabuklarını kırmış ve yaşamından yepyeni bir sayfa çıkarmış.
İradeyi çelikleştiren çile merhalelerinden geçmiş, Ağlayan Kalpler ’in kahramanı şaire Ömür Ay. Ve başarıyla çizilmiş diğerleri: Aybüke, Halis, Hayriye, Tolga…
Sıra dışı, mahrumiyet ve mahkûmiyetlerin etkili olduğu bir hayatı, edebî dille, şiirli bir üslupla, soğutarak sevgiyle aktarabilmek, kalp ve zekâ incelikleri gerektiren güç bir iş.
İnsana, mevcudata dair olgun bir bakışı var Yazarın.
“İnsanların içinde küçükken çizgi filmlerden görünce korktuğum canavarlardan olduğunu zamanla anladım. Yaşananlar, hayat mücadelem beni olumsuz etkilese de yeni bir bakış açısı kazanmıştım. O gün yazmaya karar vermiştim. Hayat bir ev gibiydi ve bu ev kapılarla doluydu. Ben hastanede yaşadıklarımdan sonra bir kapıdan başka bir kapıya geçtiğimi anladım. Hayat kapısına…
(…) Yaşadıklarımı yazıp, yorumlayıp insanları daha iyi anlamak istiyordum. Bir nevi onların yaptığı şeyleri gördükçe kendime çeki düzen veriyordum sanki. Onlar düştüğünde düşürmeye çalışırken ben hem kalkmaya hem de onların elinden tutup kaldırmaya çalışıyordum. (sf. 36)”
Ağlayan Kalpler de, zaman zaman sorgulayıcı, eleştirel bir dil devreye giriyor. Özgecan hadisesinde olduğu gibi.
Yine Ömür Ay vasıtasıyla, onun kadın ve şiir konusundaki görüşlerini öğreniyoruz.
Eli öpülesi kelimeleriyle, bize değerli bir inşa sunan Büşra Ateş, aşkı da güzel anlatıyor:
“Şiirlerimde intiharlar var.
Mesela senin gözlerine asılmış sözlerim,
Kirpiklerinle kesilmiş gülüşlerim…”
Aşk ki en harap olmuş kelime. Hayaller, suretler sevilir. Ama hayaldir, şekildir sonuçta.
Neticede sevgi derinleşir, büyür; fert, cisim, eşyaya yönelmekten, maddî bağlardan kurtulur. Gerçek aşkın kalbine doğru, sessiz ağlayışlarla çiçeklenir, “ağlayan kalpler çiçeği” olur, dirilir dikleşir. Hakikî Maşuk’unu bulur.
Kalptir asıl yaşayan… Ateş, ruh enerjisiyle meydan okuyor; çetin bir uğraşın izlerini, fakat tevekkül ve teslimiyeti taşıyan, hüzünlü gözleriyle bizi teselli ediyor, Allah’ın büyüklüğüne bir delil olarak bizi irşat ve şad ediyor. İsmi gibi müjdeliyor.
O muhteşem, küçük gövdenin içinde ne filizler olduğunu, nasıl çiçeklenip yeş(erdiğini) fark ettiriyor.
Bilgelikle; toza bulaşmamış, hiçbir kirin değmediği, beyaz (çoraplı) ayaklarıyla önümüzde yürüyüp, koşuyor, yol gösteriyor.
Sevgi ki dokunmaktır, kalbî temastır. Yumuşak, latif dokunduruşlarla “Tanrı’nın işaretlerindenim. Tanıyın beni, okuyun beni” diyor.
Büşra Ateş, Ağlayan Kalpler, Hüner Yayınevi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.