Yüksek Gerilim Hattı
Birisi bir elimden, ötekisi de diğer elimden tutmuş, var güçleriyle kendilerine doğru çekiyorlar. Ortadan ikiye ayrıldığım falan da yok her nasılsa. Yalnızca, o gerilim hattının üzerinde hareketsiz kalıyorum. Sabit, durgun ve durağanım yani, dışarıdan bakılınca. Lakin nasıl bir gerilimin, ikilemin, kararsızlığın ve dengesizliğin tam merkezinde bulunduğumu bir ben biliyorum, bir de ‘şah damarımdan daha yakın’ olan.
Çünkü zıtlıklar, eşit ama ters güçler, zehirler ve panzehirler, dertler ve dermanlar, illetler ve şifalar, hayırlar ve şerler, Musalar ve firavunlar, ve daha başka zıt anlama, bir zıtlığa ve tersliğe sahip olan her ne kelime varsa, hepsini içinde barındıran bir sözlüğüm ben. Aynı anda aynı yeri mesken tutmuşlar, bütün o sözcükler. Benliğimi. Sizin gibiyim yani bu bakımdan; bir yönüyle melek, öte tarafıyla da beşer. İşte ellerimden tutup çekenler de ta kendileri zaten, en başta bahsettiğim.
Yazı daha fazla ilerlemeden hemen bir antr parantez açmalıyım bu arada. ‘Beşer’, insan demeye gelmez, sanıldığı gibi. Sözcükten maksat, insanın karanlık tarafıdır; nefsani ve hayvani olan. Tabi madalyon iki taraflıdır ve insanın muhtevasında meleklik mevcuttur bir yandan da. Hatta, hayvani tarafın, hayvandan da aşağıya, ‘aşağıların aşağısına’ esfel-i safiline kadar varacağı da bildirilmiştir. Melekten daha fazla melaikelik mertebesinin bulunabileceğini de duymuştum, insanın. O nurdan ve latif varlıkların, önünde secde ettiğinin, hani. İnsan… Nasıl bir karışım, ne akıl almaz bir alaşımsın sen böyle?!
Sizin gibiyim, kısacası. Ve sizler de benden farklı değilsiniz. Biz, biziz sonuçta. Buradan aldığım kuvvetle, hepimizin adına söylüyorum şimdi. Gerilim hattının tam ortasındayız, kaygan bir zeminin üzerinde. İşin dengesi, kararı ve ayarı da mevcut değil galiba. Tekin bir kıyıda demirleyemeyeceğiz, bu fırtınalı denizin ortasında. İmtihan sırrı… Son nefese kadar her kapı sonuna kadar açık ve hepsinin avlusunda çığırtkan ve ısrarlı davetçiler var. Birisi bir koldan, ötekisi de diğerinden tutup kendilerine doğru çekenleri düşünün. İnsan şaşa kalıyor. Sarhoşa dönüyor.
Nefsin ve ruhun, sağın ve solun yeri göğü inleten çatışmasıdır yaşamak, bu bakımdan. Korkusuzluğa da yer yok, yeise de. Hiç kimse “ben oldum” dememeli yani, Azrail’i görmemişken henüz, açık seçik. Ve hiçbir günah, o Merhamet Padişahı’nın affetme gücünden de daha büyük olamaz. Eşkıyadan evliya olurmuş. Ve tam tersi. Gerilim işte öylesidir yani. Öyle zıt ve büyük güçlerdir, işin içindekiler. O sakin ve tekin liman hayali, ancak bir hülya ve düş olabilir, hülasa. Başka değil.
Lakin o, bir o yandan bir bu yandan çekiştirilme durumunun sebebiyet verdiği yüksek gerilim yüzünden, başım dönüyor bazen. Gözlerim kararıyor. Düşüp bayılacak gibi oluyorum da, öyle de olmuyor. Hayret ediyorum. Tuzlu ayran falan da içmiyorum. Fizik kanunlarını geçersiz bırakacak, daha üst yasalar mevcut demek ki, diyorum. Onu diyorum, bunu diyorum. Geveze bir filozofa dönüyorum. Hangi tarafa yöneleyim, peki buna kendim mi karar vereceğim, Kader nedir, cüzi irade aslında cüzi değil midir, falan derken, güç geçiyor, yıl bitiyor, ömür tükeniyor. Şaşkınlığın böylesi!
Ne ortadan ikiye ayrılacağım, ne de düşüp bayılacağım ben, biliyorum. Hepimizin adına söylüyorum, hatırlatmam gerekirse. Kaygan zeminde asla bir sürtünme kat sayısı, bir tutucu kuvvet de bulunmayacak. Ne demiştik: imtihan sırrı!
Umulur ki, panzehirler, dermanlar, şifalar kazanır. Musa galebe çalar! Tekin limanlara ulaşma özlemiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.