Yan(ık) Bakış
Bazı yılların eylül hatta ekim ayları bile yazdan sayılabilecek kadar sıcak geçer. Fakat o sene öyle olmayacaktı belli ki. Ağustos ayının sonunda bile bir sonbahar esintisi ve kokusu duyulmaya başlamıştı havada. Esintiyi rüzgarı anlarız da sonbahar kokusu ne demek, demeyin. Esen havanın içine sinmiş, yeni yeni düşmeye başlayan yapraklara özgü hafiften yanık bir koku, güzün en erkenci habercilerindendir. Bu arada yanık demişken, gerçekten de hemen aşağı mahallenin gençleri topladıkları çalı çırpıyı yakmışlardı galiba.
Neyse, biz Öznur’a gelelim. O, rüzgara karşı çakmağını yakmaya çalışadursun, kayınpederinin annesinin evine bir Pazar günü ziyaretine gelen bu genç kadının kulağına, verilen birkaç öteberi siparişinin sesi geldi o sırada, içeriden. Pek ala. Bu iş için şoförü göndermeye gerek yoktu. Hemen şu köşedeki bakkala kadar gidivermek, yürüyüş yapmayı zaten seven bu kadın için işten bile sayılmazdı.
Havadaki yanık kokusu -hem yapraklardan hem de yakılan ateşten çıkan kokunun karışımı- ağustos ayının son günlerinde olmanın yanı sıra günün ikindi vaktinin de sonlarına gelinmiş olması, yakında sonbaharın gelecek oluşu, birazdan akşamın çökecek olması, yani, neydi bir de bakkaldan tereyağı ve esmer şeker alınacaktı öyle değil mi, neyse bu vakitte kısa da olsa bir yürüyüş yapmak zaten başlı başına mutluluk verici bir işti, falan filan derken, işte bu birbirinden bağımsız, karmakarışık ve bir o kadar da önemsiz düşüncelerle birlikte köşedeki bakkala varmıştı bile Öznur.
Bu arada 40’lı yaşlarının başındaki -yani albenisini henüz kaybetmemiş olan- Öznur, oldukça dikkat çekici bir dış görünüşe sahipti. İnce bir siluete, kumral saçlara, yeşil gözlere, ince ve biçimli yüz hatlarına sahipti. Peki bu kısmı belirtme gereğini neden duyduğumu soracak olursanız da sabredin, şimdi anlayacaksınız.
Bakkal kapısından içeriye girdiğinde hali hazırda orada bulunan bir müşteri vardı da içeride, işte o adamın Öznur’a karşı ilk bakışta duyduğu şiddetli beğeniye getirecektim sözü. Ya Hu, yan bakış diye bir şey vardır ya hani, yan bakış. Bilirsiniz. Genellikle karşı cinse doğru yöneltilmiş, hayranlıkla dolu, kaçamak, gizli ama yine de bir türlü alınamayan ve çekilemeyen bakışlar. İşte o yan bakışın açıktan açığa, dik dik yapılan versiyonunu düşünün şimdi. Yan bakışın 90 derecelik hali… Ya adamda bir hovardalık veya şıpsevdilik vardı, ya da gerçekten de ömrü boyunca aradığı bir şeye sonunda ulaşmış olmanın sarsıcı ve ayakları yerden kesici etkisini yaşıyordu o sırada. Tabi az önce bahsettiğim o ‘alınamayan’ bakışların ağırlığını da herkes hissedebilir kendi üzerinde. Hele ki bir kadın! Öznur da bir hayli rahatsız bir şekilde oradaki işini hızlıca bitirip evin yolunu tuttu. Çok eskilerden gelen bir yanık kokusu, bugünün kokusuyla birleşti neden sonra…
Kayınvalidesine, daha doğrusu onun işlerini gören yardımcısına, bakkaldan aldığı birkaç parçayı verirken bahçe kapısından içeriye birisinin girdiğini duydu bir yandan da. “Ooo hoş geldin” sesleri, “Allah aşkına ver de elini öpeyim”ler, “Yok canım Estağfirullah”lar falan derken, kayınpederinin 2 sade Türk kahvesi isteyen sesini duydu bahçeye bakan mutfak camından. Gerçi az önceki tacizci bakışların üzerinde oluşturduğu ağırlığı taşıyor ve rahatsızlığı yaşıyordu hala bir yandan. Öznur, 9 10 yaşlarındayken kaçırılıp, yaklaşık 2 hafta sonra polisler onu buluncaya kadar bir dağ evinde alıkonulmuştu, bir de. Oradayken yaşadıkları başkalarınca her zaman meçhul kalmıştır, bu konuda ağzını bıçak açmamıştır nedense ama sadece, kaçırıldığı o dağ evinde mütemadiyen sebebi belirsiz bir yanık ya da yangın kokusunun olduğunu anlatmıştı, sonradan.
Neyse, kaçırılmak… Belki de bunun yarattığı travmadandır, yabancı birinin ilgisini ve dikkatini çekmek onun beyninde kırmızı alarmların yanmasına sebep olurdu hep. Bakkaldaki adam!
Bu arada Öznur, insanların “iyi evlilik yaptı” diye tanımlayabilecekleri türden bir evlilik yapmış bir kadındı. Yani kocası zengindi. Kayınpederi de son derece nüfuzlu ve geniş bir ailenin babasıydı, dolayısıyla. Pişirip hemen fincanlara döktüğü köpüklü ve sade kahvelerin bir diğer sahibi, az önce dış bahçe kapısından içeriye giren, seslerden anlaşıldığı kadarıyla ısrarla el öpmeye çalışan kişi de kim çıkmıştı dersiniz!? Kayınpederinin yeni kurduğu fabrikada işine yenice başlayan genç müdür mü, yoksa, az önce bakkaldaki o dik bakışlı adam mı? Evet tahmininiz doğru, bu ikisi aynı kişiydi, yoksa tüm bunları neden yazayım ki zaten?
Tabi adam, alı al moru mor bir hale dönmüştü. Gözlerin yuvalarından gerçekten de fırlayabileceğine somut bir şekilde ilk kez şahit olmuştu Öznur. Ve bu durum onda endişe değil güven hissi doğurmuştu. Onu korkutan kişinin kendisinin şimdi ürkmüş ve sinmiş olduğunu görmek güzeldi. Yangın kokusu, rüzgarlı havada bir an alevlenip parlamış ama sonra aniden yok olmuştu bir de niyeyse.
Öyle işte. Çok da büyük bir hikaye değil yani. Fakat yan bakışın derecesinin en fazla 45 falan olabileceğini öğrenmişti adam da bu vesileyle. 90 derece nedir zaten canım? O kadar yanık bir bakış olur muymuş hiç!?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.