Tevekkül, Tedbir ve Şüphe
Ramazan Ayı’nı idrak etmeye çalıştığımız şu günlerde, zamanın ruhuna uygun bir şeyler yazmayı düşünüyordum, geçenlerde. Tam o günlerde; yani bu günlerde, ‘mutfaktaki ocağı açık mı bıraktım acaba’ şüphesinin beni ele geçirip bir deli koyun gibi yönlendirdiğine tanık oldum, yaklaşık yarım saat boyunca. Belki 20 defa mutfağa gidip geldim, bu süre zarfında. O yolun üzerinde görünmez örümcek ağları örüyor ve mekik dokuyordum adeta. Bir görseydiniz! Düğmeyi kapattığımı her seferinde gözlerimle görmeme rağmen bir türlü huzura kavuşamıyor ve güven duygusunu tadamıyordum. Diken üzerindeydim. Dönüp dönüp kontrol etmeliydim o şüpheli düğmeyi. Tedbir almalıydım. Yoksa ben ve evdeki herkesin havaya uçması an meselesi olurdu, maazallah! Gerçi bir de tevekkül etmek diye bir şey vardı, öyle değil mi? E buyrun o zaman, işte konu hazırdı: tedbir ve tevekkülün hangisinin nerede başlayıp nerede sonlanacağı.
Tedbir demek önlem demekti; öngörülen her türlü riski ve tehlikeyi bertaraf etmek için, henüz istenmeyen o durumlar ortaya çıkmadan evvel, elden gelen her türlü koruyucu gayreti göstermekti. Tevekkül ise zaten uhrevi anlamları içinde taşımaktaydı. Başta bahsedilen o ‘zamanın ruhuna uygunluk’ da, bu kavramın içinde gizliydi. Çünkü, Allah’a güvenip, her türlü işi O’na; koruyuculuğuna havale ve emanet etmek demekti, bu. Allah’a dayanıp güvenmekti. Hani o mutfağa gidiş sayısını 20’den 1’e indirebilecek güçtü yani, bu örneğin içinde. Güvenin beraberinde getirdiği huzurdu. Bu çok iyiydi. O halde, tedbir almak da boş verilebilecek bir iş değilken, işin doğrusu ve bu ikisi arasındaki kavrama noktası neydi, nerelerdeydi, ne zaman ve nerede başlar ve biterdi? Ne yapmalıydı? Çünkü tekrar tekrar dönüp aynı yere bakmak, böyle takıntıların ayaklara çelme takmasına izin vermek, hiç de hoş ve sağlıklı bir durum değildi, farkındaydım. Önlem, abartıldığı zaman, hastalıklı ve takıntılı bir ruh hali ortaya çıkıyor ve belki tevekkül isimli ilahi güven bağlarına da zeval getiriyordu.
Şüphe isimli kurt, insanın içine, ilkin bir elma kurdu görünümüyle düşüyordu. Öyle minik, öyle zararsız. Sonra, 4 ayaklı etçil ve yırtıcı bir kurda dönüşüyordu. Şüphe, akıl ve mantığı kendine hedef olarak seçiyordu önce, bir de. Düğmelerin kapalı olduğundan adı gibi emin olan kişiyi karşısına alıp onunla alay ediyor ve 20 kez tekrar tekrar döndürüp aynı yere baktırıyordu. İsmine tedbir dedirtiyordu, genellikle. Çok iyi bir taklitçiydi de aslında. Oscarlık oynardı. Eşeği sağlam kazığa bağlama tedbirini, insana kazık atan şüpheden ayırt etmek ise biraz akıl ve çokça da sağduyu meselesiydi. Eşeği sağlam kazığa bağlamanın ardından, artık Allah’a tevekkül etme tavsiyesi küpe edilirdi kulaklara gerçi. İşte bu tedbir ve tevekkül arasındaki zamanlama da, insanın sağlıklı mı yoksa hastalıklı mı bir ruh haline sahip olduğunu belirliyordu.
Zamanlamanın kronometresi ise, kelimelere dökülemeyecek kadar sezgisel bir şekilde çalışıyordu. Tedbirin zamanlamasıydı, tevekkül huzuru ve güveninin yaşamasına fırsat veren. İşte o zamanlama, harfsiz bir sezgiselliğe bağlıydı ama somut ve sayısal bir örnek vermek gerekirse, ocağı sadece 1 kez kontrol etmekti, tedbir. Bunun hemen akabinde, tevekkül vakti başlardı. Huzurun ve güvenin güneşi doğardı. Geri kalan o 19 mutfağa gidiş ise, kendini tedbir olarak tanıtan şüpheydi. Bu sayı da, elma kurdunu, 4 ayaklı irice bir kurda çevirmeye yetiyordu işte.
O yarım saat boyunca da, içimdeki bu canavarımsı garip yaratığın etkisi altındaydım zaten.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.