Tersine
Hiçbir değere saygı duymama, hiçbir kıymetin, önceliğin olması, modern zamanların özelliğidir.
Maziniz elinizden alınmıştır. Üzerine basacak, neşvünema bulacak bir zemin; esasen tarihiniz ve hikâyeniz yoktur.
Değerler düzlenir, eşitlenir, kesintiye uğratılır; geliştikleri düzenden ayrılır. Kavramlar tersyüz edilip, biçilir. Yüreğinize defalarca “olmazları olduran” şoklarla, duygusal darbe indirilir.
Ala bele olan zihin ve bulanıklaşan bir beyinle, hızla irtifa kaybeden kıymet sistemiyle siz de her seferinde yer ve tutum değiştirirsiniz.
Bir takım sloganlarla; hayalinizin işi bitireceği, türlü anlamlara, her tarafa çekiştirilebilecek çanta/ acente kavramlarla kafanız doldurulur; düşünemez olursunuz.
Söz gelimi, “Değişimin güzelliği” yutturmacısıyla, muhtemel memnuniyetsizlikleriniz ve gizli başkaldırınız törpülenir. Her değişim güzel midir veya gelişme midir, sorgulayamazsınız.
Kötü gidişat, akıbetiniz ilgilendirmez olur. “Memleketin hâli” ise bir eğlenme ve mizah konusu durumuna gelmiştir… Yönsüzlük, düzensizlik sürekli kılınır.
Artık akidelerinizin, inançlarınızın çağ kavramlarıyla; Hâkim güç tarafından doğrulanması, onaylanması gerekmektedir. Zihniniz çocuksulaşır.
Yavaşlamaz ve gerekli zamanlarda durmaz, kendinizi hesaba çekemezsiniz. Hızla tepeden/ yoldan aşağı “yuvarlanırsınız”.
Algıladığınız hayat ve dünyanız size sonsuzluğu, mânâyı değil de bütün anlamını yitirmiş bir ömrü, sona erişleri, tükenişleri, belki umutsuzluğu ve elbette Tanrı’dan, gerçek sevgiden kopuşları, insaniyetten bir parça daha uzaklaşmayı, uçurumlu mesafeleri çağırır.
Bazen bir bakarsınız -el çabukluğu marifet- kiliseler açılmasına, ayinler yapılmasına, bir Müslüman olarak Hıristiyanlığın yayılmasına sevinir, hatta “hoşgörüyle” müsebbiplerini desteklerken bulursunuz zât-ı âlînizi…
Ya da meselâ, dindar, halktan bir kadın olarak, “Fatmagül” dizisindeki, uygunsuz sahneler için meydana gelen tepkilere, dizinin kaldırılması yolundaki kadın derneklerinin tekliflerine hayret ederek; seyir(ci)liğe kıyamaz(!), “Canım zaten üç beş dakikalık sahneydi” derken. Diğer taraftan da “Hazreti Hatice’yi” okur ve başörtünüzün ucuyla gözyaşlarınızı silerken.
Yazarsanız, en seçkin gönül adamlarını ele alır; kerameti kendinden menkul kurallarla, dönüştürülmüş, tahrif edilmiş bir tasavvufî yapıyla yazar, çizer, bozarsınız.
Allah kanunlarına değil nefsin kurallarına dayanan, kötülük merkezlerine giden mümtaz ulu kişiler, erler kitaplarınızda; daha parlakları(!) piyasada, medyada cirit atar…
En yakışıksız, akla ziyan şeyler bir araya, yan yana getirilir bu zamanda. Süngerler “kahraman” olur, teröristler “şehit”, yiyecek içecekler mutluluk simgesi; aslında aracın daha üstün görüldüğü “Toyota babalar” ve babalarının “BMC” ismini koyduğu kızlar…
Bir sorsak gönüllerimize, sırf insan isimleri mi yazılıdır; hangi nesnenin, eşyanın, tüketim malzemesinin adı ciddî biçimde kazılıdır. Allah’ın mevkii nerededir, bilemeyiz.
Ne ileri, ne geri, öne çıkan yoktur; herkes kendi şahsî dünyasının Tanrı’sıdır.
Dini sığaya çeker, bin yıllık gelenekleri fütursuzca acımasızca sorgularız. Neredeyse Hz. Peygamber’den üstün(!) bir konuma geliriz.
Kutsalla alay, çelmeleme görülürken; “Efendimiz(S.A.V.) Rasmussen’den sorulur meselâ.. Adalet ise bildiğiniz gibi Amerika’dan…
Hasarlı bir ruhla, haykırış, isyan, bozgunculuk içinde yuvalarsınız, tanımlayamazsınız benliğinizi.
Tersine..tersine gider(sin)iz.
Maziniz elinizden alınmıştır. Üzerine basacak, neşvünema bulacak bir zemin; esasen tarihiniz ve hikâyeniz yoktur.
Değerler düzlenir, eşitlenir, kesintiye uğratılır; geliştikleri düzenden ayrılır. Kavramlar tersyüz edilip, biçilir. Yüreğinize defalarca “olmazları olduran” şoklarla, duygusal darbe indirilir.
Ala bele olan zihin ve bulanıklaşan bir beyinle, hızla irtifa kaybeden kıymet sistemiyle siz de her seferinde yer ve tutum değiştirirsiniz.
Bir takım sloganlarla; hayalinizin işi bitireceği, türlü anlamlara, her tarafa çekiştirilebilecek çanta/ acente kavramlarla kafanız doldurulur; düşünemez olursunuz.
Söz gelimi, “Değişimin güzelliği” yutturmacısıyla, muhtemel memnuniyetsizlikleriniz ve gizli başkaldırınız törpülenir. Her değişim güzel midir veya gelişme midir, sorgulayamazsınız.
Kötü gidişat, akıbetiniz ilgilendirmez olur. “Memleketin hâli” ise bir eğlenme ve mizah konusu durumuna gelmiştir… Yönsüzlük, düzensizlik sürekli kılınır.
Artık akidelerinizin, inançlarınızın çağ kavramlarıyla; Hâkim güç tarafından doğrulanması, onaylanması gerekmektedir. Zihniniz çocuksulaşır.
Yavaşlamaz ve gerekli zamanlarda durmaz, kendinizi hesaba çekemezsiniz. Hızla tepeden/ yoldan aşağı “yuvarlanırsınız”.
Algıladığınız hayat ve dünyanız size sonsuzluğu, mânâyı değil de bütün anlamını yitirmiş bir ömrü, sona erişleri, tükenişleri, belki umutsuzluğu ve elbette Tanrı’dan, gerçek sevgiden kopuşları, insaniyetten bir parça daha uzaklaşmayı, uçurumlu mesafeleri çağırır.
Bazen bir bakarsınız -el çabukluğu marifet- kiliseler açılmasına, ayinler yapılmasına, bir Müslüman olarak Hıristiyanlığın yayılmasına sevinir, hatta “hoşgörüyle” müsebbiplerini desteklerken bulursunuz zât-ı âlînizi…
Ya da meselâ, dindar, halktan bir kadın olarak, “Fatmagül” dizisindeki, uygunsuz sahneler için meydana gelen tepkilere, dizinin kaldırılması yolundaki kadın derneklerinin tekliflerine hayret ederek; seyir(ci)liğe kıyamaz(!), “Canım zaten üç beş dakikalık sahneydi” derken. Diğer taraftan da “Hazreti Hatice’yi” okur ve başörtünüzün ucuyla gözyaşlarınızı silerken.
Yazarsanız, en seçkin gönül adamlarını ele alır; kerameti kendinden menkul kurallarla, dönüştürülmüş, tahrif edilmiş bir tasavvufî yapıyla yazar, çizer, bozarsınız.
Allah kanunlarına değil nefsin kurallarına dayanan, kötülük merkezlerine giden mümtaz ulu kişiler, erler kitaplarınızda; daha parlakları(!) piyasada, medyada cirit atar…
En yakışıksız, akla ziyan şeyler bir araya, yan yana getirilir bu zamanda. Süngerler “kahraman” olur, teröristler “şehit”, yiyecek içecekler mutluluk simgesi; aslında aracın daha üstün görüldüğü “Toyota babalar” ve babalarının “BMC” ismini koyduğu kızlar…
Bir sorsak gönüllerimize, sırf insan isimleri mi yazılıdır; hangi nesnenin, eşyanın, tüketim malzemesinin adı ciddî biçimde kazılıdır. Allah’ın mevkii nerededir, bilemeyiz.
Ne ileri, ne geri, öne çıkan yoktur; herkes kendi şahsî dünyasının Tanrı’sıdır.
Dini sığaya çeker, bin yıllık gelenekleri fütursuzca acımasızca sorgularız. Neredeyse Hz. Peygamber’den üstün(!) bir konuma geliriz.
Kutsalla alay, çelmeleme görülürken; “Efendimiz(S.A.V.) Rasmussen’den sorulur meselâ.. Adalet ise bildiğiniz gibi Amerika’dan…
Hasarlı bir ruhla, haykırış, isyan, bozgunculuk içinde yuvalarsınız, tanımlayamazsınız benliğinizi.
Tersine..tersine gider(sin)iz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.