Tahterevalli
Tahterevallinin bir ucunda bir kadın, öteki ucunda da bir adam var. Gençten birer yetişkin olmalı, her ikisi de. Uzaktan onları izliyorum. Dikizlemek denilmez buna, yapmayın. Balkonda çayımı içerken görüş alanıma girdiler sadece, ne yapayım yani?
Bakalım eğleniyorlar mı...
Belli ki parka gelip eğlenmeyi kadın talep etmiş ilkin. Böyle şeyleri ilk bakışta anlayabilecek bir yaşa ve tecrübeye sahibim. Uzaktan bakarken bile! Oraya gelmeyi talep eden taraf, kesinlikle kadın olmalı, evet... Çocuksuluğunu ve saflığını gülüşünden, hareketlerinden ve neşesinden ele veren kadın...
Adam ise cinsiyetinin bir getirisi olan tüm o ağırlığına ragmen, kadının eglenmesini; hem de onunla birlikte ve onun sayesinde eğlenmesini istemiş belli ki. Ona değer veriyor olmalı. Şimdilik...
Tabi erkeğin fiziksel varlığının ağırlığı kadınınkinden daha fazla. Ağır basıp tahterevallinin diğer ucunu havaya kaldırıyor. Kadın göklerde. Hele her coşkulu ve sevinçli çığlığında ağzının içinden dışarıya çıkan kelebekler, onun çığlıklarından bile daha uçuşkan ve neşeli olmalı. Adam da halinden oldukça memnun görünüyor bir de. Kadının bu kadar eğleniyor olmasının asıl sebebinin oradaki kendi varlığı olduğunu bal gibi biliyor elbette. Alan razı, veren razı; iki taraf da halinden gayet memnun. Kısacası, mutlu bir çift görüyorum uzaktaki parka bakınca.
Sonra, çocukluğumdan beri beni hiç terk etmemiş olan garip ve kimselere söyleyemedivim bir şey olmaya başlıyor yine. Karşımdaki görüntü duruyor, donuyor ve ardından hızla eğilip bükülmeye başlıyor. Madde aleminden süratle uzaklaşıp, mana ve misal alemine yakınlaşıyorum, gayri ihtiyarî. Onları bir de öyle izleme şansını yakalamış oluyorum bu sayede. Gördüklerim...
Aslķnda kadının adama karşı olan duygularının ve ona atfettiği anlamın ve önemin, adaminkinden çok daha fazla ve ağır oluşu ve bu yüzden tahterevallinin yukarıda kalan ucunda adamın bulunuşu... Kadınlar işte... Değer vermekte ve sevmekte sınır tanımayan, hesapsız-kitapsız ve mantķktan yoksun sağ beyin! Süzme aptallığın laciverti, bir bakıma. Sevdiği zaman yalnızca bir yanak okşamakla kalmayıp kucaklayan ve bağrına basan anaç ve dişil enerji.
Bununla birlikte, tedbir ve temkin gibi 'sol beyin işleri' ise eril enerjiden sorulur, bilirsiniz. Adam da tam öyle. Kadınķn yaptığı gibi kendini koyverip bırakmamış öyle hiç. Her an izlemede, gözlemede, eleştirmede ve hesap tutmada o.
Koşup kadının koluna yapışasım geliyor. "Dur ne yapıyorsun?" diyesim... "Bu tahterevalli yalan ve adamdaki ağırlık yalnızca onun fiziksel varlığından kaynaklı, o kadar; sana verdiği değerin çokluğundan değil. Gerçekte göklere çıkan da sen degilsin hem. O. Çıkarttığın... Yapma." Tabi bunu yap(a)mıyorum. Yap(a)mam. "Sen kimsin, sana ne oluyor!?" deyip, polis bile çağırabilirler, "Bu kadın deli" diye. "Toplumun huzurunu bozuyor." diye.
Bir süre sonra parktan ayrılıp, görüş alanımdan çıkıyor çift. Belki sinemaya gidecekler, belki arkadaşlarının yanına, belki de kim bilir nereyeyse artık.
Sonra bilmem aradan kaç gün ya da hafta geçtiyse, yine bir gün balkonda otururken parktaki salıncakta genç bir kadının sallanmakta olduğunu gördüm. Yalnızdı. Gözlerimi kısmama gerek kalmadan, üzerindeki uçuk pembe montundan tanıdım onu; bizimkiydi bu.
Bu 'yalnız başına salıncakta sallanan kadın' görüntüsü, mahzun bir görüntü değildi kulağa geldiği gibi. Onu söyleyeyim en başta. Aksine, özgüveni oldukça yüksek olan ve dışarıdan nasıl göründüğünü pek de önemsemeyen, ne istediğini bilen birisinin yapabileceği basit bir eylemdi bu. Fakat basit bir detay, bütüne aitti ve büyük resimden bağımsız olamazdı. Hasılı, adamın bir şekilde gittiğini anladım, parktaki bu tek başınalıktan. Sonra kadın tahterevalliye geçti, karşısına 'başkasına ihtiyaç duymayan özgüvenini' oturttu ve karşıdaki bu ağırlık onu yine göklere çıkarttı, neşelendirdi ve sevindirdi. Üstelik bu sefer karşıdaki ağırlığın bizatihi kendisi de ona aitti ve bu çok daha değerli ve tekin bir durumdu. Adamlayken olduğu gibi değil...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.