Suya batan köy, işyeri açılışı ve sergide teşhir
Terhis sonu Konya’ya gelmiştim. Yanıma doğuşundan itibaren çok sevdiğim iki yaşındaki dayıoğlu Mehmet Gül’ü de yanıma alarak…
Babamın öğretmenlik yaptığı Güvenç Köyü’ne, demir tekerlekli köy arabası ile gittim 1951 Nisan’ında.
O düz ovadaki güzelim köy, meğer yer altından yeryüzüne çıkıp göl haline gelen su neticesi evlerin içinden çıktığı için eski köy kalmamış.
Dağ yamacına evler yapılıp yer değiştirmiş.
Gelişim. Nisan günü idi ve kar yağmaya başladı millet hayret içinde idi.
Bir hafta kadar kaldığım köyden Konya’ya döndüm ve iş almaya başladım.
***
İşleri Takkalı Sokak’taki dayımların evi bahçesinde yapıyor, sahiplerine yaylı at arabası ile getirip götürüyordum.
Mobilyacı komşu rahmetli Ali Üstünsoy, yanında çalışmamı teklif etti kabullenerek Arapoğlu Makası’ndaki iş yerinde çalışmaya başladım.
O yıllarda ki 1950’li yıllar. Köylerde hak getire şehirde bile…
Oğlu evlenen kızı gelin olanlar. İstanbul Kapalı Çarşı’dan mobilya alır trenle Konya’ya getirirlerdi.
Bunlarda yolda kırılır biz tamir ederdik.
Yani zaten iki üç mobilyacıya ancak birkaç müşteri sipariş verir bol iş olmazdı.
Daha çok halı yastık ve yünlü minberler kıymette idi.
***
Bir müddet çalıştığım yerden aldığım ücret tatmin etmiyordu bu bakımdan bir yıla yakın çalıştığım bu yerden ayrıldım.
Kendi iş yerim olarak Başaralı Oteli içindeki başaralı çarşısında küçük bir iş yeri açtım.
“Ziynet Mobilya Evi” adını vererek açtığım iş yerimde önceleri mobilyacılardan döşeme işi alırken yavaş yavaş mobilya yaptıracak müşteride gelmeye başladı.
Bu arada yeni bir sinema olarak Şahin Sineması yapılıyordu.
Sinemanın salon koltuk döşemelerinin yapımını aldım. Böylece işim ilerliyordu.
Sadece döşeme değil mobilya ve oyma işlemi de yapıyordum resimde görüldüğü gibi.
***
Bu arada bakanlıkça sanat okulları yaptıkları işleri sergilesin kararı çıkmıştı.
Bütün vilayetlerdeki okullar bilhassa yaptıkları mobilyaları teşhir edeceklerdi.
İlk defa Türkiye’de ve dolayısıyla okullarda bir mobilya sergisi açılacaktı.
Konya’daki E. sanat okulu müdürüne giderek bu okuldan mezuniyetim sonrası yaptığım işlerimi sergiye koymak için müracaat ettim.
Sağ olsunlar. “İftihar ederiz. Bir köşe ayırsınlar” diyerek kabul etti memnun olmuştum.
Sergiyi gezenler benim işlerimi de görüp ihtiyacı olanlar sipariş vermeye başladı.
***
En büyük eksiğim makinalarımın olmaması idi.
O zamanlar ancak iş yeri çok geniş olan marangozlar varlık vergisi kapsamına girdiği için 2,5 beygir kuvvetinden fazla motorlar çalıştırmaları yasaktı.
Bir motorun dönme işlemini kasnaklarla çoğaltıp birkaç makinayı sırası ile çalıştırabiliyorlardı.
Bu aslında sanayiin ilerlemesini bariz bir şekilde ilerletmiyordu. Küçük yerler yapamıyor büyük yerlere siparişle makine işlerini ücretle yaptırıyorlardı.
Bende öyle idim. Zaten böyle bir yer Konya’da bir tane olarak Mehmet Usta’nın marangoz atölyesi vardı.
Yabancı mecmualardan gelebilenlerden alırdım.
Bir seferinde gördüğüm ilanında. Üç makinanın yaptığı işlemi bir makinanın yaptığı makine gördüm.
Bir motorla çalışıyordu ama beş beygir gücünde idi.
Ticaret ve sanayi odasına müracaatımda uygun görüp teşvikte ettiler amaaaa…
Vergi dairesi 2,5 beygirden fazlasını kullanamazsın mütalaasıyla önüme set çektiler.
Böylece hayalim suya düşerken bir sebepte babamdan geldi.
Kadılar Sokağı’nda genişçe bir yer o zamanki parayla üç bin liraya satılıyordu.
Bu yeri alıp geliştirmek istedim ve babama müracaat ettim para için.
“Oğlum bu parayı seni evlendirip mürüvvetini görmek isterim vermem imkansız” deyişine ne kadar yalvardımsa da nuh dedi çıktı!
Üzülmüş küçük işyeri ile küçük işe devam da kalmıştım.
Bu arada İstanbul’a gidip toptan döşeme malzemesi olan yay vijital otu vb. malzemesi alıp getiriyor. Başkalarına da satıyordum.
***
Gelecek yazıda inşallah buluşmak üzere…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.