Sussam gönlüm razı değil
Kimsenin kimseden utanmadığı; inançlı inançsız ayrımı kalmadan, özgürce fiillerini icra ettiği, bir anda ç/evirilip dönüştüğü bir ortamdayız.
Hiç kimse mesul, vazifeli; hesap verme, muhasebe etme, icra makamında değil. Kesinlikle suç, hata, görev ihmali gibi kusurları mümkün olmayan, dokunulmaz, muazzez varlıklarla karşı karşıyayız. Ayar, istikamet, ölçü sürekli başkalarına veriliyor.
Tepedeki bazı kişilere bakıyorsunuz, en üst perdeden, birbirini nakzeden, tuhaf demeçler. Ülke yangın yerine dönmüş, afet üstüne afet. Gayet müstağni, ilgisiz, hiçbir üzüntü, hissiyat belirtisi olmayan yüzlerde cansız, robotsu kelimeler. Sanki yangın, sözcüklerin de ruhunu çekip almış.
Âdeta Fransa’dan, herhangi bir yerden, uzaydan birileri gelmiş de, basın mensuplarını bilgilendiriyor.
Mahalle kahvesindeki bilgiç kişi, evdeki gariban nine “Böyle gelmiş böyle gider” benzeri sözler edebilir de, biz devlet erbabından, hizmet ehlinden aynı y/etkisiz, hareketsiz, seyirci tavrını bekleyebilir miyiz?
Ya da ‘Yerleşim yerlerini koruma sorumluluğu adına ormanların yanmasına müsaade ettik; Türkiye’nin hâlihazırda envanterinde yangın söndürme uçağı yok, bu yıl içinde uçak alımının tamamlanması planlanıyor” gibi. Daha ne bekleniyor; çare, çözüm, tedbir ne zaman alınacak; başka nelere izin verildi.
Bir memleketin dağı taşı ormanı toprağı, madeni, canlısı cansızı, tüm varlığı ne dereceye kadar ucuz, kolay harcanabilir ve gözden çıkarılabilirdir. Biz neyi muhafaza ediyoruz.
Bütün o kuru gürültü; din, vatanperverlik, milliyetçilik, “Dicle’nin koyunu kurdu” söylemlerinin ardında, nasıl bir bigânelik, yavanlık, eziklik…
Bütün değerleri, kavramları siyasetin emrine, güdümüne vererek, merkezinden oynatmak, cüceleştirmek, ayaklar altına paspas etmek. Korkunç bir illet.. kanayan yaradır, ayrı bahistir.
Üstelik her yerde akıl almaz bir danışmanlar, akil(!) ordusu, devletlûlarımıza eşlik ediyor, birinin ki 49 danışman mesela. Şık şıkırdım, tıngır mıngır, piyasada dolaşan, fiyakalı adamlar, beyin takımları. Bu kadar uzman, danışman sadece makamın lezzetlerinden, kişisel menfaatlerden mi yararlanarak azmanlaşır(bazıları suça karışmış), ne işe yarar.
Bari danışman olarak sağdan soldan üç beş Anadolu köylüsü de alaydınız da, belki kifayetsiz muhterislerden daha çok hayrını görürdük. Sonra, her sene oluşan orman yangınları için gerekli tedbirleri, yangın söndürme uçakları, helikopterleri almak, yüksek bir bilinç hali, deha falan mı gerektiriyor. İnsanın başı göğe erince böyle oluyor herhalde, sürekli bir uyur gezer(somnambül) vaziyeti…
“Lider Ülke” tanımlarını tekrar yapabilir miyiz acaba arkadaşlar?
Biz dört gözle ümitle, konuyla ilgili müjdeli haberler, acil eylemler beklerken; dışarıya karşı gövde gösterisi, yardımlarla karşılaşıyoruz. “Ben buradayım, yanıyorum” diye feryat ediyor vatandaş. Önemli, kıymetli görülmek, sevildiğini bilmek istiyor.
Keşke fakir, muhtaç, evvela Allah sonra devletten başka sığınağı olamayan mustarip garibanlara öncelik verilebilse, yaralar sarılabilseydi.
Devlet güler yüzüyle, bütün imkânlarıyla, afetzedeleri himaye bâbında ferahlatıcı, müşfik gövde gösterileri yapsaydı. Yarın, ileriki seneler, aynı sorunlarla boğuşmayacağımızdan emin olabilseydik, müsterih gönüllerle rahat rahat çaylar içebilseydik.
Asıl itibar(lanmay)ı beyzadeler değil, bu asîl millet hak etmiyor mu?
Biliyor musunuz, halkın ıstırabına duyarlı, biraz paylaşımcı bir yaklaşım gösterilse; büyük eksikler, felaketin keskinliği de nispeten hafifleyebilirdi sanki. Geçelim.
Üstelik küçüklerin başı sıkıştığında suçu hep başkalarının üzerine atmaları gibi, her seferinde de bir “muhalefet” takıntısı.
Karada o, havada yeraltında, yer üstünde, 100 sene öncesinde, 100 sene sonrasında, biçare iktidarcığa musallat körolası zorlu bir muhalefet buu… Her yerde, her köşede muu…
Sevgili güzideler, ağalar beyler baylar, koltuk bakan, yürek yakanlar; tebaanızdan biri olarak sesleniyorum.
Gelmiş geçmiş gelecek tüm hataları, yanılgıları, aslında amblemi keçi olan topyekûn muhalefetin üstüne yığsak, bizim fukaralar yetmediği gibi Avrupa’dakileri de eklesek; bunca iktidar nimetini boğazına kadar tadar ve tepeleme yaşarken sizi Hak indinde sorumluluktan kurtarır mı?
Son söz: devleti, bizlerin, vatandaşların birkaç eleştirisi, iç dökmesi değil; mevcut tabloyla, hâl ile gidişle, ettikleri ve zâtına yakıştırdıklarıyla(!) bizzat kendisi güçsüz gösteriyor.
Kudretli, özgüvenli, milletlerarası arenada söz sahibi devletler neden korksun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.