Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Sizi Bir Keresinde Rüyamda Görmüştüm

Sizi Bir Keresinde Rüyamda Görmüştüm

Üç kız kardeşin en büyüğüydünüz. Senelerce; felçli, genç yaşta dul kalmış, muhtemelen haleti ruhiyesi oldukça bozulmuş bir anneye ihtimamla baktınız.

Kız kardeşlerden ortancası beklenmedik müessif bir trafik kazası sonucu can verdi. Hayat doluydu; kendisini seven bir eşi, pervane olduğu, parlak gözüken bir hayatı mevcuttu. Yaşamak ona ziyadesiyle yakışırdı.

En küçüğünüz, menhus bir hastalığın pençesinde vefat etti. Yardıma, samimi bir alâkaya ihtiyacı vardı; taşınması zor ağır, bunaltılı günlerdi.

Fakat sizi hep feleğin sillelerine karşı güçlü, zeki, becerikli, lider ruhlu bir kadın olarak tanıdık. Seneler sağlığınızdan çok şey götürse de, zarafetinize, olgunluğunuza daima müspet katkılar yaptı. Zaman hep lehinize, güzelliğinize işledi. Kalp haneniz büyüdü, muhabbetle sırlandı nurlandı.

Hayat karşısında çetin sınavlar verdiniz ve bence “aliyyülâlâ” ile geçtiniz öğretmenim.

Üç senelik bir felç, en basit ihtiyaçlarda bile yardım almak; yaşamak algısı zevk-eğlence üzerine kuruluyken, yalnız bir hayat hiç kolay değildi.

Şikâyet ettiğinizi; dertlenip, dökülüp taştığınızı işitmedik. Kanserli kardeşinize hizmetiniz destanlıktı. Evin ötesine berisine, sizin için sandalyeler tabureler serpiştirilmişti. İki adım atar, oturur dinlenirdiniz. Nefeslenmeye muhtaçtınız. Yaklaşan ölümü nahif kardeşinize duyurmamak için bütün kuvvetinizi verdiniz; dereden tepeden hoş, şifalı kelâmlar ettiniz. O kadar sözü nerden bulurdunuz; hiç usanmaz yorulmaz, düzeninizi, eski hayat idarenizi, hürriyetinizi falan özlemez miydiniz?

Kısı(t)lı vakte karşı kör topal bedeninizle yarışırdınız, bütün ruh saltanatınıza mukabil…

Hastanın sevdiği yemekleri yetiştirmek, hüzünden çileden bahsetmemek, hayatın tatlı yanlarını ustalıkla süzüvermek, çirkinliği örtüp belki bir beyaz yalanı uzatıp sohbete eklemek… Dimdiktiniz, ama bakın burada kıvırırdınız.

Elinizden gelse, hizmetin hepsini üstlenecektiniz bilirim. Vazife aşkıyla(!) yanar tutuşurdunuz. Bitkin bir vaziyette hasta yanından çıkardınız, sonra hemen ağlamaya duruverecekmiş gibi, herhangi bir karşılaşma bakışma anını kaldıramaz; esasen kardeşinizden başka hiçbir varlığı görmez hissetmez şekilde, ağır aksak bedeninizi “süratle” odanıza atardınız. Kimse sizi biçare, yıkık, avuntuya muhtaç, idare edilir bir durumda göremezdi. Siz her zaman öğretmendiniz; daima bahş ve ikram ederdiniz.

Evlenmediniz... Aileniz öğrencilerinizdi.

Onların ziyarete gelişini nasıl da görevini ifa etmiş insanların içten gururuyla, pespembe tomurcuklu bir sevgiyle anlatırdınız. Yüzünüz hemen değişirdi, bir “Feride/ Çalıkuşu” letafeti gelirdi, gençleşirdiniz.

Sevgiyle uzanmış elleriniz, bir gayretle uyanan bedeniniz, ruhunuzun dip köşesi, size mahsus bir dünya, gönlünü çatlata çatlata gülerdi. Bazılarına şahit oldum. “Çocuklarınız” sizi hakikaten severdi. Bir ahbap telefonu, geçilirken içilen bir uğrak kahvesi, paylaşılan bir kaç dilim kek, dörde bölünmüş simit parçaları, tebessüm eşliğinde çay kokusu sizi tarif edilemez biçimde mutlu ederdi. Artık iştirak edemediğiniz eş dost doğumlarını, sünnet merasimlerini, mesut beraberlikleri, keremli günleri, hülyalı muhteşem bir istikbali nasıl da ballandırarak ortaya döker, dört dörtlük yaşardınız. Halinizle ilgili öyle cümleler sarf ederdiniz ki, hayretler içinde kalır, biz teselli bulurduk.

Bir sırra gömülmüş kelimelerinizin ucundan, kıyısından yakalar; serin asûde, arı duru lezzetli seyahatlere çıkardık. Başkalarının variyetlerini, kendinizinmiş gibi mâl eder, müşterek sevinir üzülür, ender rastlanır bir iletişimi kurardınız. Burun kıvırdığımız, görmediğimiz, nankörce üstünden geçtiğimiz onca nimet varken; en küçük bir mâniada, darlıkta feryadımız ayyuka çıkarken; siz “mahrumiyetlerinizle”, dilsiz gösterişsiz, mütevekkil bir abide gibi, öyle zengin ve onurluydunuz ki...

Hayatınız gibi ölümünüz de sessiz sedasız gerçekleşti.

Benan Hanımefendi, bir Cuma gecesi, aniden “ayaklanıp” Hakk’a doğru yürüdü.

Gözünüzde gözlük, uyur gibi; sitem etmeden hiçbir kuldan bir şeycikler beklemeden, Yegâne Davamızı “Biricik’e” havale ederekten, son dersinizi mi veriyordunuz bize.. sıkı fıkı kimle muhabbet ediyordunuz Benan Öğretmen!

Tenha zamanlarda Sevgiliyle baş başa, dedikodu edecek çatlak sesi, aracıyı, faniyi sokmadan -kim bilir belki de birbirinizi kıskanırdınız- sahte hayata veda ettiniz.

Sizi bir defasında rüyamda görmüştüm. Kardeşinizin rahatsızlığının en hızlı dönemlerinde…

Yirmili yaşlarda, kollarınızı havaya açmış, ruhunuzu kanatlandırmış, kendi etrafınızda mesrur, derlenmiş işveleşmiş yemyeşil bir meserretle çepeçevre, dönüyor da dönüyordunuz.

Hangi müziği duymuştunuz; hangi Yâr’le böylesine canlanıp tazelenmiştiniz? Aklım gitmiş; bilemedim kestiremedim. O gün sizi bir kere daha kıskandım. Şimdi aklıma geliyor, fakat demeye çekiniyorum. Ne bileyim, belki de tam yerine, semayı ilerletmeye, tahsile gittiniz.

Hafızanızın kuvvetini bilirim ama.. oralarda okul, karatahta, kara kaplı defter varsa; hani arka tarafta, tembel sıralarının olduğu yerlerde, başınızı çevirip bu yana bakarsınız, bendenizi fukara talebeleri unutmazsınız değil mi sevgili öğretmenim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi