Siyasetten bıktık mı?
Siyasete o kadar gömülmüşüz ki, bazen bunalıyoruz. Bir konu sündürülerek, günlerce konuşuluyor, derme çatma yorumlar sadra şifa olmuyor. Sonra bir başkası, aynı katılımcılar, benzer isimlerle döndüre dolaştıra bir yenisi daha.
Sathî, seviyesiz, biçimsiz, belki yersiz. Bir adap, ölçü gözetmeden, muhatabı vura kıra. Millî eğitim, gençlik toplum sorunları, geleceğimiz, meselelerimiz üzerine arayışlar, sağlıklı tespitler, tefsirler, incelemeler, çözümler, kaliteli uzman görüşleri hepsi yele gidiyor. Varsa yoksa en ucuzundan alel usul politika.
Bu siyasetperestliğe önceki dönemler de de rastlıyorduk belki ama bana öyle geliyor ki, bu zamandaki bir başka efendim.
Müzmin problemimizi, değerli bir yazarımızın kaleminden okuyalım. Gerçekler daha acı olsa da, Refik Halit Karay bize, eğlenceli bir üslupla Bıktık Bu Politikadan diyor:
“Kapıdan girer girmez aralıkta, arkadaşımı, oğluna nasihat vermekle meşgul buldum. Çocuğun ağzından fena bir lakırdı mı çıkmıştı, yoksa gazetede okuduğu bir kelimeyi tekrar mı etmişti nedir, babası diyordu ki:
-Bir daha duymayayım öyle bir söz, ayıp ayıp, sana yakışır mı? Mebus musun sen?”
Nihayet arkadaşım beni fark etti: ‘Aman,’ dedi, ‘hazır gelmişken çocuğa dört beş nasihat ver, çoktandır öyle azdı, öyle haylazlaştı ki… hem nedir efendim, bu politika hastalığı? Beşikten tut da tabuttakine kadar siyasiyatla meşgul. Neredeyse çocuklar analarının kucaklarında ‘Meme! Meme!’ diye ağlayacaklarına ‘Fırka, fırka, parti’ diye feryat edecekler; akşam babalarını görünce ‘Kabine düştü mü?’ diye soracaklar!’
Odaya girdik, çocuk fırsattan bilistifade kaçıp gitti. Ben de derdini dökmeye teşvik eder bir tarzda arkadaşıma söylendim:
‘Yok canım, bu da senin vehmin, herkes kendi işiyle meşgul”
“Vehim mi, kim demiş? Sen de biraz dikkat et, görürsün… Mesela misafiri biraz beklettin mi, hemen söylenir:
‘Sadrazam gibi gününüz, saatiniz ayrı ise bilindirin de ona göre gelelim!’
Ekmekçi sekiz okka veresiye verse, atını tekmeleyerek mırıldanır:
Artık fırını bedavaya mı dağıtacağız nedir? Para toplayalım da açlara imarethane açalım’
Gazete satıcısı, ayın birinde parasını alır, kazara verilmedi mi, sokakta hem koşar, hem şikâyet eder:
‘ Para tutmuyorsan kıraathane de oku, bak kahveler Fatih’in cenaze namazı saatlerine döndü, ölü bekleyicilerden yer yok!’
Bakkalın hesabı kapanmadı mı, garip bir mektup:
‘Size dört gün mühlet; borcunuzu vermezseniz, Tanin gazetemizle isminizi ilan edeceğim. İmza: Süleymaniye kulübü azasından ve bakkal esnafından Hafız İsmail.’
Dostlardan bir mektup alıp cevabını geciktirdin mi, al bir şikâyet:
‘A efendim, sizin ev de Meclisi Mebusan arzuhâl komisyonuna döndü. Giren çıkmıyor, yazılanın cevabı alınmıyor..’ Bunlar ehveni; daha dehşetlileri sokaktakiler… Mesela tramvayla gidiyorsunuz, biletçi mecidiyeyi bozmak istemeyip siz de biraz söylendiniz mi, etrafta bir mırıltı:
‘Onun kabahati ne? Kumpanyanın nizamı böyle; sen git de yetmiş beş sene onu başımıza bela eden hükûmete sor.’
Biraz hiddetlendiniz mi, garip garip yorumlar:
“Mebus mu acaba?’
Ayağınız kayıp düştü mü, halkta bir kahkaha:
‘ Ee. Kabine bile düşüyor; insan hiç düşmez mi?
Farz edelim ki otomobildesiniz, fazla bir süratle gidiyorsunuz; tehlike olur korkusuyla eğilip şoföre ‘Biraz yavaş! Demeye gelmez, hemen kendi kendine söylenir:
‘Daha yavaş gitmekten bıkmadınız mı biraz canlanın, Avrupa ile aranızda minareler kadar fark var. Koşma, ezilme, ölme, ee ne olacak? Bari git de kötürüm gibi minderde otur!’
Bütün bu gürültüden, bu politika misallerinden, fikirlerinden, görüşlerinden sonra eve döner dönmez zevceniz karşınıza çıkar:
‘A! Bey nedir bu çehren? Nazırsın, bakansın da kabine mi düştü, yoksa mebussun da Dahiliye Nazırı kabalık mı etti?’
İşte, azizim, asıl kızdığım bu… Evvelleri çatık çehre eve gelsem ‘Karadeniz’ de gemilerin mi battı?’ diyen haremim bile politikadan misaller, teşbihler buluyor. Artık bu hale tahammül mü edilir? Bıktık bu politikadan”
Üstat bugünleri görseydi bilmem ne yazardı. Yer gök siyaset.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.