Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Sevmek seni bir suç ise

Sevmek seni bir suç ise

Garip bir toplum olduk vesselam. Çoğu kişinin meftunu olduğu veya izlediği dizilere bakıyorsunuz.  

Öğretilen, geçerli olan; şenaat, desise ve onun her tür mubah(!) yolu. Gayeye erişmenin yegâne vasıtası, metodu.

Esasen oyun kura kura, oynaya oynaya bir hâl olduk. Gün geldiğinde, parmağı kıpırdatamayıp, yerinden hiç kımıldayamayacağımız bir durumu düşünmüyoruz bile.

Sabah kalkar kalkmaz bu sanal insanlar, normal bir iş programı değil de; “Bugün kimin defterini dürsem, acaba kimi taşla(t)sam, intikam soğuk-sıcak her dem yenen bir yemektir” gibi iyiliğin, doğrunun beş para etmediği, gerilimli bir düzlemde hareket edip, ilerliyor(!)

Eğer atalarımızı temsil ediyorsanız, “Kesilecek kafalar,  bildirilecek hadler, koparılacak ödler” fıldır fıldır size bakıyor. Çarpıcı sahnelerde; ani fevri, sırf şiddete dayalı çözümlere, gazabı ihtirası içselleştirmiş böyüklere(!) fazla miktarda entrikaya şahit oluyorsunuz.

 Mafya abilerimizdeyse “sıkayım, falda çıkanı asayım, zaten şansım yokmuş, ölü sayısı az çıktı ne yapayım” harcıâlem lâflardan. Envaiçeşit zehirleme usulleri, arkadan yukardan aşağıdan vurma denemeleri, suç güzellemeleri…

Rağbetteki anti kahramanlar, başkişilerin başarı haşarı usulleri, kullandıkları vasıtaların tartışılırlığı; pes edenin, gelenekli değerler olduğunu hissettiriyor.

Belki dizi işleyişi bunu gerektiriyor diyebilirsiniz. Fakat benzer temalar, adeta kutsanmış, seçkin hatta sanatsal kötülükler, ruh azapları sürekli öne getiriliyor.

“Merhamet, sulh, Hz. Ömer adaleti” benzeri sözler edilse de, göze çarpan daimî kullanılan, kusmuş şiddet dili; entrika, belirlenmiş şahısların hayatını kâbusa çevirmeye ahdetmiş, şer kutusu kumkuması bir akıl, bolca kara yürekler.

Kişiyi kazanmaya değil, mahvetmeye, hayatı tüketmeye yönelik muhtelif dersler(!) peş peşe sıralanıyor. Programların, ayıla bayıla seyredilen dizilerin çoğu sanırım bu bağlamda.

Geçenlerde bir arkadaşım, “Bunaldım vallahi. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor” demişti.

Geçmişimiz, halimiz, âtimiz böyle insanlardan teşekkül ediyorsa, bu ahlâkla nasıl büyük devletler kuruyoruz ve yaşatıyoruz, diye bir sual aklımıza ister istemez geliyor.

İzleyicinin bir an nefeslenmesine imkân yok. İğne oyası habaset, dalavere, kumpas, abus bet suratlar, soylu(!) katiller. Zulmet; devletin heveskâr olduğu işkenceler…

 Sonra, kadınların melaneti, âdeta hepsi bir güzel(!) cadı.

Masumiyet ayaklar altında. Kötülük, şiddet sağanağı…

Arada dinî, maneviyat kurtarıcı sahneler konulsa da, yavan ve göstermelik kalıyor.

Herkes şeytan. O hamle peşinde, bu atak yapıyor, diğeri pusuda, beriki havada(!) fırsat kolluyor.

Şahinler, kartallar, diş(l)i kaplanlar, kurtlar sofrası ve elbette kuzular, güvercinler. Gücü yeten yetene. Gözü dönmüşlük, muhtemelen meseleyi, egoyu büyütmüşlük.

Ne pahasına olursa olsun, her şeyi kullanarak –din dâhil-  emeline, hedefine ulaşmak.

Velhasıl yırtıcı, vahşi bir dünya ve nefes nefese, korkuyla yaşamak.

Böylesine fesatlık, fenalık düşünmekle ömür nasıl geçer; yaşayışı, kişinin önce kendine zehir zindan olur diye akla düşüyor.

Bir kere devamlı teyakkuz durumunda, rakiplerin hamleleri filan hesaplanacak, ona göre tedbir alınacak, yol haritası(!) çizilecek. Ve muhakkak, galebe çalınacak. Tilkiler kafa kafaya çarpışacak.

Üstelik hiç tahmin edemeyeceğiniz f(aktörler) çıkabilir. Ya karşı taraf hamle değil de darbe(!) yaparsa. Bütün plan ve tuzaklı programlarınızı yeniden gözden geçirmeniz gerekecek. Artık kim, kimi kandırırsa.

İşin içinde KİTAP olmasa da, kesin hesap mesap gündeme gelecek.

 Hâlbuki gelişmelerin,  başkalarının başarıları yahut kazanımlarının, hadisatın ne kadar önüne geçebilirsiniz ki…

 Veya bir düzeni (makamı, kuvveti), saltanatı, zekâ, sağlık, güzellik gibi hususiyetleri nereye kadar elinizde tutabilirsiniz ki…

Yazdıklarımız sadece dizilerde mi sanıyorsunuz.

Ne yazık ki, hayatı böyle anlamaya, yorumlamaya, yoğurmaya başladık.

Ağız ve gönül tadı bozuk, hiç bir şey paylaşılmıyor, tatmin etmiyor, hiçbir şey zevk vermiyor.

Hep bir mukabele, sürtüşme, çirkinlik yarışı.. Tahammül, hoşgörü gittikçe azalıyor.

Davranış şekilleri, hayat tarzı değişiyor. Yasaklar, sınırlar kalkıyor ya da deliniyor. “Günah işleme özgürlükleri”  ortaya çıkıyor.

Hiçbir yaptırımla karşılaşmayan, hileli zaferlerle suçu ehlîleştirme, isyancı tutum; dolaylı kanallardan kanunsuzluğu, cürmü yüceltmeyi de gerektiriyor. Ruhun kanıyla boyanılıyor.

“Ortak İyi” hep ezilen, yenilen konumuna getiriliyor. En azından “Kötü, gayri ahlâki” diye tanımlanan, zıttıyla eşdeğer vaziyete geliyor. Taraf olmak, hakkaniyet anlamsızlaşıyor.

Sevgisizlik, enaniyet temel kıymetler olarak arzı endam ediyor.

Hakikî mânâdâ sevmek veya sevginin hakikatini aramak gerçekten suç gibi. Mahkûm ediliyor.

Eşkıyalar, muzır ve şerirler, perde arkasındaki yezitler böyle emrediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi