Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Samangan Kurdu AZAD BEK

Samangan Kurdu AZAD BEK

Geniş bir yelpazede ele alındığında, Türk tarihinde nice kahramanlar yetişmiş ama bunların birçoğundan haberdar değiliz. Bazen sahteleri, popülerleri öne geçmiş. Gölgede kalan, ismi unut(tur)ulan fakat ülkelerinin hayatlarında mühim işler başarmış, ülkü sahibi müstesna şahsiyetlerin hatırlatılması, yeniden ele alınması herhalde bir vefa ve kardeşlik borcu.

Değerli Yazar Bülent Keskin’in, bu konudaki anlamlı çalışmaları kanaatimce mühim bir boşluğu dolduruyor. Güney Türkistan coğrafyasını, orada yaşayan Türk topluluklarını, tarihî gelişim ve atmosferi, özlü akıcı bir dille anlatan “Samangan Kurdu AZAD BEK” romanı da bu minvalde.

“Afganistan diye bildiğimiz coğrafyanın neredeyse yüzde kırk beşinin Türklerden oluştuğunu, Afganistan’ın kuzeyi diye bildiğimiz yerlerin ise aslında Güney Türkistan olduğunu; orda Türk ailesi fertlerin yaşadığını, bırakın Türkiye’ye, dünyaya duyuran kişi Azad Bek Kerimidir” diyen Dr. Hayati Bice beyefendi’nin Azad Bek’in hayatının mutlaka romanlaştırılması teklifi bu eseri ortaya çıkarmış.

“Güney Türkistan’da işgalci Ruslara karşı sürdürülen mücadelenin lideri” Azad Bek 1952 de doğuyor. Babası Doktor Abdülvaris Bek, annesi Hokand Hanlığının son hanlarından Hudayar Han’ın torunu Mahmut Bek’in kızı…

Zekâsı ve yetenekleriyle dikkat çelen bir çocuk olduğu için baba, eğitimiyle hususi olarak ilgileniyor; Azad Bek, hukuk tahsili yapıyor. Ana dili Türkçe dışında Peştunca, Arapça, Farsça ve İngilizce biliyor.

Afganistan’da Rus işgalinden önce Peştun hâkimiyeti söz konusuydu. Üstelik yüzde kırkından fazla nüfusa sahip olmasına rağmen, Türkler en temel haklarından mahrumdu. Nihayetinde planlı olarak Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde okullar açtırılmıyor, zorla Peştunlar yerleştiriliyor; yüksek tahsil yapma imkânı verilmeyip, devlet hizmetlerinden mahrum bırakılıyor, Peştun-Fars kültürü hâkim hâle getiriliyordu.

Komünist darbe, durumu daha da vahimleştirmişti. Nitekim darbecilerin başındaki Cumhurbaşkanı Taraki için ‘Hallak” tabiri kullanılıyordu mesela. Dari dilinde de bizler de “Hallak” ifadesini “Tanrı” manasına alırız. Ateist propaganda hızlanmış, Marksist-Leninist doktrininin okul müfredatına girmesi gibi kültürel tahrip kalıpları sıkıntılı durumu ağırlaştırmıştı. Tüm bunların ve bunaltıcı atmosferin sonunda sözgelişi Herat halkı tepki göstererek ayaklanmış ve ağır bombardıman neticesinde 50 bin kişi öldürülmüştü.

Meşum bir plana göre, yine mücahit guruplarının Türk önderleri yok sayılarak, devlet başkanlığı iktidar peşindeki Gülbeddin Hikmetyar gibi Peştun kökenli isimler parlatılıyor, lider olarak öne çıkarılıyordu

1980 tarihinde Türk boylarının birleştirilmesi, tefrikanın önlenmesi ve bir yol haritası çizilmesi yönünde önemli ve ciddi bir karar alındı. Azad Bek öncülüğünde “Afganistan Vilayetleri İslami Birleşmesi” adıyla bir teşkilat kuruldu.

Taraftarları sevenleri artan Azad Bek’in düşmanları da çoğalıyordu. Hem Ruslarla, komünist Afgan askerleriyle, cehaletle, aleyhindeki kara propaganda, çatışmaların en yoğun olduğu bölgelerde kurtuluş için gereken silah ve mühimmatların verilmemesi benzeri kasıtlı fikir ve hareketlerle; hem de Hikmetyar gibi Amerikan destekli, kendine tabi guruplardan başkasına düşman olan şedit muarızlarla da mücadele etmek zorundaydı.

Hakikaten Ruslar’ın bomba oyuncaklarla çocukları bile öldürmesi, kimyasal silah kullanması, “halı bombardımanı” diye anılan Tupolev uçaklarından dört beş tanesinin yanyana sıralanıp, aynı hizaya gelip köyleri ve yerleşim yerlerini bombalamaları, neticede hiçbir canlı kalmaması, köylerin üzerinden uçulurken zevk için önüne kim çıkarsa tarayarak geçilmesi elbette feciydi ve insanlık dışıydı.

Ama daha korkunç bir durumsa, Gülbeddin Hikmetyar grubunun, “Şii Hazarlara, kâfirlere hesap soracağız” diye köy basıp; Kuran okuyan eşlerinin türlü işkencelerle kafasını kestikten sonra, özel olarak yakılan ateşte kızdırılan demirler ve uzun çivilerle kadınlara reva gördükleri muamele, vahşetti: “Kadınların başlarındaki örtülere asıldılar… Kıskaçlarla ateşten aldıkları kızgın çivileri bu masumların göğüslerine sırtlarına sokup çıkardıklarında dudaklarından çıkan çığlıklar yeri göğü inletiyordu. Acıdan dolayı kendilerinden geçip bayıldıklarında da devam ettiler. Birkaç dakika sonra ikisinin de cansız bedenleri yerde yatıyordu.(Bülent Keskin, Samangan Kurdu AZAD BEK, Post Yayınevi, 2. Baskı 2024 s. 78)

Ayrıca onları pusuya düşüren, Rus üniforması giyecek tıynette Hikmetyar adamları da mevcuttu.

Üstelik daha ileri tarihlerde gittikçe yayılan Taliban, uyuşturucu, hedefteki sapma, yozlaşma gibi sorunlar da uykularını kaçıracaktı.

Mezalim sürerken, bir taraftan da ülkenin doğal kaynakları kıymetli madenleri, demir bakır uranyumu, petrolü, doğal gazı Rusya’ya taşınıyordu.

“Yapılan zulümlere karşı mücadele eden gruplar olsa da hiç azımsanmayacak bir nüfus yoğunluğu da komünist iktidarı destekliyordu.” Yazar bu olayı bir çeşit Stockholm Sendromu gibi “Kabil Sendromu” olarak nitelemiş. Sanırım bir nevi celladına, kurduna âşık olmak gibi. Benzer durumlar, acı tanıklıklar maalesef bizde de yaşanıyor.

Cehaletle savaşmaya kararlıydı Azad Bek. Türkçe çıkan Vatan Gazetesi ve Erkin Mecmuasından sonra kitaplar yayınlanmaya ve kamplarda açılan okullarda sadece çocuklara değil kadınlara da okuma yazma öğretilmesine başlanmıştı. Gazetede sayfa sayısı arttırılacak, cepheden fotoğraflar daha fazla verilecekti. Çünkü “Analar evladının, kadınlar kocalarının olduğu fotoğrafların bulunduğu gazeteleri saklıyorlardı. Hele ki eşleri savaşmaya giderken hamile olan, sonrasında dünyaya gelip, iki üç yaşına kadar babalarını hiç görmeden büyüyen çocuklara; bu gazetelerde yayınlanan fotoğrafların içindeki babalarını gösteriyorlardı. S. 71

Fakir halk, ellerinde ne varsa, yine özellikle Türkiye ve Arabistan’da yaşayan ticaretle uğraşan Özbek ve Türkmenler kazançlarını Peşaver’e göndererek kısmî bir iyilikle destek sağlıyordu.

Yılmadan usanmadan verdiği soylu savaşı uğruna evlenmesini bile ertelemişti, her fedakârlığı fazlasıyla yapmaya hazırdı Yiğit Adam.

Uyanış, diriliş ve ülküsünün gerçekleşmesi yolunda; Türk varlığını ve mücadelesini anlatmak, kamuoyu oluşturmak için Türkiye’ye de geldi Azad Bek. Alparslan Türkeş ve Türk Ocağı yetkilileriyle, Başkan Orhan Kavuncuyla görüştü, konferanslar verdi, çeşitli toplantılara katıldı. Ne yazık ki Türk Ocaklarınca şubelerini kapsayan bir kampanya düzenlenip, para toplanmasına rağmen; hükümet yetkililerinden maddi destek konusunda müspet bir karşılık gelmedi. Daha sonra da yetkililerce bu konuda yanlış politika izlendi.

Değişik çevrelerle temasa geçti. Zamanın Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey’e, Sadık Ahmet’e, Rauf Denktaş’a, Alparslan Türkeş’e mektuplar yazdı.

Lâkin mukadder bir sonu engelleyemedi. 27 Mayıs 1997, belki de uğursuz bir tarihti. Cenevre Anlaşmasıyla Ruslar çekilmeye başlamış fakat ortalık durulmamış, karanlıklar kalkmamıştı.

İran Gizli servisi ve yandaşlarınca düşmanca ölüm fermanı imzalandı. Reddedemeyeceği bir teklifle “Üç büyük güc, Özbekler, Türkmenler ve Hazaraların yeniden birleştirilmesi ve Taliban’a karşı mücadele etmesi” için aslında sahte bir görüşme daveti yapıldı. Muhammed Azad Bek ve arkadaşları, bindikleri helikopterden “teknik” arıza bahanesiyle yere indirildi. O ve iki arkadaşı kurşuna dizilerek şehit edildi.

“Azad Bek” romanında ayrıca bölgenin mazisi ve tarihi şahsiyetleri(Babür Şah, Kurmancan Hatun, Ali Şir Nevai…) ile ilgili bilgiler de verilmiş, muhtelif kültürel unsurlar metne ustaca yerleştirilmiş.

Bir Türk masalı, Kökbörü oyunu, yaklaşık yedi yüz yıldır devam eden bir gelenek Çilten( Kırk kadından meydana gelen bir grubun, belli bir düzen içinde Ahmet Yesevi Hz.inin hikmetlerini beraberce okumaları) gibi.

“… Selçuklu Devletinin doğduğu yer, Tuğrul ve Çağrı Bey’in yaşadığı yerler Güney Türkistan’dı. Emir Timur’un, Babür Şah’ın hüküm sürdüğü yerler buralardı. Her şehirde, yaşanılan her bölgede Türk mührü; binaların mimarilerinde, işlemelerinde, çinilerin renginde, konuşulan kelimelerin vurgularında ve ruhunda hâlâ aynı sıcaklıkta duruyordu.”

Kuzey Afganistan Vilayetleri İslâm Birliği Başkanı AZAD BEG KERÎMÎ’ye, 11 Mart 1990 tarihinde Türk Ocakları Kurultayı, 8. Yıl Şeref Armağanları kapsamında; Batı Trakya Türk’lerinin hürriyet mücahitleri Dr. SADIK AHMET, İBRAHİM ŞERİF; Azerbaycan Halk cephesi Lideri EBULFEYZ ELÇİBEY ile birlikte “MİLLÎ KAHRAMAN” sıfatı verildi. Allah hepsine, bütün şehitlerimize gani gani rahmet eylesin, ruhları şad olsun.

Bülent Keskin Bey’i tebrik ediyor, mutlaka okunması gerekli bu romanın ve nice eserinin okuruyla buluşmasını diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi