ONİPSİ
Sevdiklerimiz hep dağ gibi arkamızda dursun, yanımızda yöremizde olsun istersiniz.
Onların yaşlanması, zamanın geçmesi, hatta sizin de değişimleriniz, yolun seyri, karşı konulmaz sonlar pek umurunuzda olmaz.
Hayatın en tabii, kaçınılmaz gerçeği olmasına rağmen, ölüm de kolay kabullenilmez. Dünyevi hayat damarı ağır basar.
Ama bir gün.. yine selamlaşırsınız ölümle.
Kıymetli annelerimizden Mualla Tolasa, 6 Aralık Pazartesi günü, Hakk’a yürüdü.
Dünyayla bağları çözüldükçe, azalar eksilip, beden hafifledikçe; gözleri başka bir âleme de açılmış, kalp kuvvetlenerek, âdeta melekleşmişti.
Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun.
…
Hep bir denge unsuru, zeki, lider ruhlu bir hanımefendiydiniz Mualla Tolasa.
Gerçi atak mizacınız ve bu özelliğiniz bazen zor durumlara düşmenize, yanlış anlaşılmanıza sebebiyet verirdi. Sineye çekerdiniz.
Sevenleri, talebeleri; güzellikle hoşgörüyle karşılardınız. Her zaman konuksever, daima anlayışlıydınız. Sizin yumuşak, genellikle taliplerden yana tutumunuz olmasa, o kapı kolayca çalınmazdı herhalde.
Muhabbet eşiğinden rahatça adım atamaz, daralır kalırdık. Hayatımızda daha hasretli, beklentileri çok, daha yarım, nâkısa içinde; ele avuca sığmaz dermansız ruhumuzun peşinde daha yılgın, bezgin, umudu kanadı kırık olurduk. Yozlaşır, par(ç)alanır, ufal(an)ırdık.
Özlem, olma, tamamlanma aşma, yükseklerde gezen duygularımızın nispeten doyuma ulaşmasında; cehaletimiz bazen uyumsuzluğumuzun, bazen dîvâneliğimizin, nefs oyunlarının farkına varılıp, olgunlukla “aşkla” giderilmesinde, annelik dervişlik yüklenmiş sıcak kalbinizin önemi büyüktü.
Siz de benzer hissiyatı yaşamıştınız. Vedalaşıp iki dakika sonra gene bir özlem itişiyle tekrar geri dönme arzularını.. belki küçük hazımsızlıkları, kardeşçe bir rekabeti.. sevgi çeşitlemelerini, Hak bağlarını, varlıkla tabiatla iletişimi, yeni dilleri, emekleme yürüme ve koşmayı, taşmayı, coşkunlukta takılıveren alfabeleri.. avuçları gönülleri dolduran harfleri; semaya cümlelerden, Elif eşliğinde merdiven dikmeyi, hac türkülerini, Kalûbelâ esintilerini, Rahmanın nefesini pekâlâ siz de bilirdiniz ve öğretmenimizdiniz.
O sofralarda içilen turşu sularının, kuru lokmaların bile nasıl lezzetlenip şifalandığını, sevgiyle büyüyüp beslediğini; eşyanın aşk lisanıyla seslenip, açıldığını, boyut kazandığını, fetihleri ve marifeti siz de iyi bilirdiniz.
Sakin, arka plandaki duruşunuz, çevreyi yanıltır, bizdeki kişiliğimizdeki payı unuttururdu belki.
Hâlbuki siz sevimli bir gölge gibi, hep “Büyüğümüzün” yanındaydınız.
Bir türlü bitip tükenmeyen hastalıklarda, kalabalıklarda, vefasız hüzünlü yalnızlıklarda, bir tekâmül savaşının tam ortasında hep iç içeydiniz, dâim el ele, omuz omuzaydınız. Destekçi, eş, arkadaş ve elbette hep “annemizdiniz”.
Yepyeni bir yüzle, benliğimizle tanıştığımız o kutlu mekânda; ufak tefek hizmetlerin sonunda çaya, yemeğe davet biçiminizi, esprilerinizi, doğaçlama manzumelerinizi, şakalaşmalarınızı, nasihat kadar miniklere anlattığınız masalları, şimdi buruk bir sevinçle hatırlıyorum.
Size mahsus, özel kelimeleriniz vardı. Söz gelişi, küçük torunlarınıza “Fildirifişiniz var mı?” diye sorunca, onun tuvaletle ilgili derin(!) bir mesele olduğunu anlar ve bir ağızdan, koro halinde bağırırlardı: “Yoookk!” Neticeyi ise, kuşkusuz Allah bilirdi.
Mesela, lezzetli seveceğimiz bir yiyeceğin, bir sürprizin adı olan Onipsi… Çocuklaşır, koca koca insanlar “Onipsi’yi” sabırsızlıkla beklerdik.
Mekânın her yerine dokunmayı, izlerimizin olmasını, kokusu burnumuzda, göksel lâtif havalar tutturmayı dilerdik.
İlâhileri sırf “Bilgenin” değil, sizin ağzınızdan dinlemek de ayrı bir zevkti. Hele küçükleri, torunlarınızı “Allah! Hu! Allah!” diyerek döndürür, sema denemeleri yaptırırken.
Bir manevîyat neşesinin tohumları daha o zamanlardan atılırdı. İnkâr edilemeyecek şekilde, emeğiniz, katkı ve hisseniz, üzerimizde hakkınız vardı.
Bakıyorum da ne tatlı, bulunmaz, seçkin günlerdi o günler. Ne şirin yorgunluklar, ne tarifsiz enerji ve eşsiz demlerdi.
Size her zaman, çok çeşitli sebeplerden dolayı minnet, saygı ve şükran duymalıydık. Ne kadarını ifade edebildik, helallik diledik, duygularımızı yeterince gösterebildik düşünüyorum.
Kusurlarımız sayısızdır, lütfen bizi affedin Yadigâr Hanımefendi.
Ve mutlaka mutlaka, bilmenizi istediğim bir şey var.
Sizi seviyoruz Sevgili Hacıanne! Sizi seviyoruz.
…
Her ayrılık, her ölüm bir ders, ibret…
Fakat göğsümde, sesli bir acı. Hamlık sancıları…
Kalbimde; bir eteği tutmaya çalışan, hep biçare, hep yalnız, daima öksüz, muhtaç kalmış çocukların perperişan, zavallı çığlıkları:
“Gel, Gitme! Kalmasın gözüm yarı yollarda! Bir Onipsi vermeden, Meram’da ikram etmeden, nereye böyle Anne!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.