Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Nostaljiye Dair

Nostaljiye Dair

Sabahtan akşama, aydan yıla biteviye konuşuruz. Ne çok fikirsizliğimiz, boş düşüncelerimiz vardır. Ki ağırlığı altında eziliriz.

Bu “laflama” faaliyetlerinden biri de; belki ilhamsız, güne taşınmaz, fiilsiz, nostalji soslu olanı. Adeta boşalıveriyoruz, hayalî gezinmeler tükenmiyor ve orda kalıp bitiyor.

Önemli hayatî kavramlarımız, kültürel geçmişimizse, nostaljiye bulandığında sulanıyor ve iletilmesi, intikal ettirilmesi gereken esaslar, ruhu kayboluyor. Magazinel, malzemelik, dekoratif bir unsur olarak, şekli ve muhtevası yok oluyor.

Üstelik belli zamanlarda nostalji edebiyatının kuvveti, sayıklamaları artar. Söz gelişi: “Eski Ramazanlar bir başkaydı” diye yazıklanırız ve maziden bir sürü delil, ipucu sunarız.

Pekiyi bugün; konuştuklarımızın paralelinde, konuya ilişkin ne işler üstlendik, ruhumuzun selâmeti ve güzelliğin bekâsı adına hayata neler geçirdik düşünmeyiz.

Bu kadar söz birikiminden, fikir uçuşmasından sonra, sanırsınız bir netice alınacaktır; zaman, ömrümüz daha verimli, istifadeli “dikkatle” yaşanılacak; bir muhasebe gayretiyle şahsiyetimize çeki düzen verilip, derlenilip toparlanılacaktır.

Halbuki, her zamanki gibi dünde, hülyanın uçsuz bucaksız, kanatlı vaatlerinde hapsolur kalırız. Çenebazlığımız değil, elzem faaliyetimiz susar.

Geçmiş zamanın güzelliklerini, “hafızamızı” fark edip hissedebilmek, günümüze nakledebilmek önemli kuşkusuz…

Yahut gelgitler, (eski bir şarkı, figür, koku, konak(lama)….) lezzetinin peşi sıra tarihî saltanatlar, zembereğini hasretin kurduğu sıçramalar, başrolde biz’in olduğu kurgulamalar “insanî” şüphesiz.

Ama topluca, maziye sığınsak da; bu hem seçtiğimiz mevzu ve daldığımız saha itibariyle ferdî sayıklamalar, hatıra buketleriyle şahsî serinlemelerden öteye gitmiyor, mevzi kalıyor; hem de tefekkür, düşünce birikimi sonucu genel bir beslenme nemalanma hareketi yaratarak, küllî bir ürperiş ve hamleyi meydana getirmiyor. Tek tek, gündelikte sıkışıp kalıyoruz gene.

Milletçe gördüğümüz rüyalar bulunmuyor(herkesin kendi çağdaş uygarlık düzeyi, dar kalıpları var), izleri takip edeceğimiz, asırlara meydan okuyan yolları tefrik etmiyor, geçip gidiyoruz.

Nostalji duygusunun itibarı; kolayca zamanın önümüze yığdıklarından, mesuliyetten kaçışın bir neticesi de olsa gerek.

 Hatırlamaya, anmaya, ilâveten unutmaya ihtiyacımız bulunsa da; yönelişin aile, dönem hatıraları, tarihin eğlenceli seyirlik kısmı ya da sathî boyutlarda kalması, gezinmeler uçuk değ(in)meler sûretiyle belirmesi, gereken faydayı temin etmiyor.

Ya da sızlanmak, hayıflanmak, kısa bir güzellik anıyla/ yâdıyla yetinmek, bin bir şeklin, teferruatın tesiriyle hislenmek biçiminde tezahür ediyor.

Hatta kimi nostalji süslü söylemler; olur olmaz göründüğünde, sokaklara döküldüğünde, içi boşalıp, bir çeşit terâne hissi uyandırarak, tesirini kaybedip kanıksatıyor.

Duygu dalgalanmaları; kesretten karışmış, merkezini kaybetmiş akıl yalpalamaları da bir hizmet, gelişim meydana getirmiyor.

Hâsılı şuurlu bir istikamet tespiti ve gidişi değil. Kaçış veya genel bağlamda maziyle kuru kuruya övünüş. Boş nafile, gideceği yer belli kabuksu yığılmalar…

Sonuçta hisselenmek, muhasebesini dökümünü yaptığınız ve derûnunuza katacağınız bir teraküm, yapılan(dır)ma gözükmüyor.

Sadece tarihe değil, kitaplara, sevdiğimiz bir işe, sanal dünyalara, ideolojilere, günü kurtarışlar olarak kaçıyor, batıyoruz da.

Çizdiğimiz bir kompozisyon, düzenini kurduğumuz derme çatma safsatan bir atmosfer, hayal karmaşası; gömülmeyi, ufuksuz gezinmeyi sağlıyor.

Belki de aradığımız, kendi tadımız; arındırdığımız, el üstünde tuttuğumuz bir eski(mez) ben, oynayıp durduğumuz boyalı tezyinatlı, yüze gülen sehhar köçek zamanlarda...

Ayrıca sürekli mazinin övünmesi ile yahut gerçek dünyadan “kaçak” yaşıyorsak; kendimizden ve günümüzden memnuniyetsizliğimizi de gösteren bir olgu.

Halbuki ecdadınız da olsa, daha küçük ölçekte kökleriniz, hatta dündeki bir “siz” de söz konusuysa cazibe unsurlarınız ve saplandığınız; neticede geride kalmıştır.

Siz şimdiden, topyekûn hayatınızdan; kıyamete dek dikeceğiniz ağaçlardan(hakiki bilgiyi süzüp özümsediğiniz güzel amellerden), zamanı bir bütün olarak kavrayıp, varlığınızı teçhizatlı kılmaktan, velhasıl inşâ ve nizamınızdan mesulsünüz.

Bir bakıma lâf ü güzafla geçiştirecek vaktiniz bulunmaz. Ânınız kıymetli.

Ölü, ham olduğu baştan belli fikirlerle, serseriyâne gezginliklerle, malihulyayla uzun uzadıya işiniz olmaz.

Sadece eskide takılıp kalmak, dereceli, sükûti veya figân ederek dövünmek; Tanrı’ya yapılan bir haksızlık da kanaatimce.

Çünkü O’nun lütfedecekleri sınırlı, yalnızca maziye münhasır, tahditli mi ki; dünde kalalım.

Yahut niçin mazi değerlerinin hızıyla; bugünümüz ve istikbalimize matuf fiilî duada, inançlı eylemlerde bulunmayalım.

Yürüyüşümüz devam ettikçe nasibimiz de gelecek, cehtimiz devam edecektir.

Ecdadın güzel işlerinden, hayırlı bir mirastan, gelenekten hâlen bahsedebiliyoruz. Ya bizden kalanlar?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi