Müslümanın Hesaplaşması
Müslüman hesap içinde olmayan ancak, hesaplaşmayı bilen insan demektir.
Müslüman olmanın inanmaktan ve inancının gereği gibi yaşamaktan doğan, kişisel ve toplumsal gereklerinin en başta geleni, kendisi ve toplumu ile hesaplaşmaktır.
Müslümanların en temel vazifeleri olan kimsenin kulu olmadıkları gibi, kimseyi de kul edinmemeleri bunun nedenidir.
Çünkü tevhid inancının başı da sonu da, insanların adaletle hükmetmeleri ve adaleti hayatlarına hâkim kılmalarıdır.
Bütün peygamberlerin ortak inancı olan İslam Dininin temel mesajı olan, “La ilahe illallah” sözünün ifade ettiği tevhid inancı konusunda özelde Müslümanların, genelde ise insanların mutabık olmadığı tek şeyin adalet olduğuna inanıyoruz.
Tevhidin hem bireysel, hem de toplumsal boyutu, Cenabı Allah’tan(cc) başka ilah olarak kabul edilen her ne varsa reddetmek olduğu gibi, aynı zamanda insanlar arasındaki ayrımı da reddetmektir.
Bu adalet duygusu, karar aşamasında insanlar arasındaki din ayrımını bile göz ardı ederek, karar vermeyi gerektirir.
Allah’tan başka ilahların reddedilmesinin toplumsal boyutuyla ilgili düzenlemelerinin daha çok politik olması sebebiyle, iktidar sahiplerinin ilahi mesaja karşı mücadele etmeleri, İslam’ın kişileri ve toplumu dönüştürme çabasını yok etmeye dönüktür.
Ancak tarih boyunca görülmüştür ki, insanlar tevhidin özü olan, “Allah’tan(cc) başka ilahlara kul olmamak” şeklinde bir taahhütte bulunmalarına ve yalnızca Allah’a(cc) kulluk ettiklerini ifade etmelerine rağmen, çoğunlukla başka şeylere kul/köle haline gelmiş ya da getirilmişlerdir.
Bu kulluk şekli çoğunlukla kabul edilmese de, bir insanı ya da grubu çok büyük bir saygı, korku veya sevgi ile kabul etmek, yanlışlarına karşı onu sorgulayamamak ve yanlış yapacağına inanmamak ya da aşırı olarak kabul edilecek bir bağ ile otorite olarak gördüğüne, bağlanmak olarak tezahür edebilmektedir.
Bu bağlılığın, ilk Cumhurbaşkanı veya son cumhurbaşkanı için olması arasında bir fark yoktur.
Müslümanlar bilirler ki İslam siyaset kültüründe sorgulanamayan insan, kurum ve karar yoktur.
Bu anlamda İslâm siyasî düşüncesi, iktidar ve muhalefet rollerinin dağıtımının bile adalet üzere olmasını öngörür.
Devlet ve millet için yürürlüğe konulacak olan kararların alındığı, şura sürecinde ortaya çıkan karara bile muhalefet etmek söz konusu olduğuna göre, Müslümanın kendisinden başlayarak hesaplaşmasını ölmeden önce tamamlaması gerekir ki, dünya hayatında ve ahiret hayatında sorumluluklarını yerine getirmiş olsun.
Müslümanlar devlet başkanlarına itaat ederler. Ancak bu itaat her sözünü ve yaptığını onaylayacaklar anlamına gelmez.
Devlet başkanının yerine aday olmak isteyenlerin talepleri, sadece devlet başkanının aldığı kararlar ve yaptığı işler ile meşruiyetin kaybolması durumunda gündeme gelir diye düşünülmemelidir.
İslam toplumunda geçmişten beridir Hz. Yusuf(as)un Mısır toplumunda görev istemesi delil gösterilmiş ise de, adaletin bir gereği olan liyakat sebebiyle, her isteyenin görev talebine her zaman iyi bakılmamış ve gruplaşmalar hoş karşılanmamıştır.
İslâm siyasî düşüncesi, iktidar ve muhalefet rollerinin dağıtımını belirlemiş olsa da, bu rollerin süreklilik halinde birbirinin yerine geçmesini de kabul etmez.
Yani muhalefet düşüncesini, yıprandıktan sonra dinlenme ve iktidarı devralma zamanını bekleme yeri olarak kurumlaştırmamıştır.
Muhalefet kurumunun şurada yer alması, iyiliği emretmesi kötülükten nehyetme ilkesi içinde yer alır.
FARKINDA MIYIZ?
Müslümanın hesaplaşması ülke içindeki ve dışındaki sahte ilahlara kul/köle olmamak nedeniyle mutlak manada özgür olmanın adıdır. Tevhidin toplumsal gerçeği, tek bir yaratıcıya kul olarak bağlanabilmek için başka efendilerinizin olmaması demektir. Bu sebeple tarih boyunca İslam’ın hikâyesi, yeryüzü ilahlarının tasfiyesinin hikâyesidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.