Kuyu...
Aklın odaları bazen huzuru bulduğun, o huzurun içinde kaybolduğun dehlizlere dönüşür, beyninin labirentlerinde yalnız adımlarla yürüyen, büyüyen bir insan benliğinin bendesini yaktıkça üşür..
Dil üşür…
Sükut üşür..
Umut üşür…
“Ben var olursa, can kuşu yok olur…” Tende teneffüs etmeye başlayınca enaniyet, bütün iyi niyetlerini yosun kaplamışçasına, yok oluş ve kokuşma sarmaya başlar…
Küçük ve büyük adamlar, bir adım kalsın geriye diye, adsızlaşan, hadsizleşen, sanı silinmiş şanı yüce Karunlar, Firavunlar, Babil Kulesi’ndeki debdebe ve ihtişam, Kisra’nın sarayındaki devrilmez sütunlar..
Yok olur..
Save kurur.
Ebreheler tarumar olur.
Ebabillerin gücüyle, bütün varlığını benlik kaplamış fiiller, yerle yeksan olur.
Gözlerini kapadığın anda başlar tayyi zaman ve tayyi mekan, zamanı ortadan kaldırmak ve mekanı ortadan kaldırmak sadece zihnin karanlık odalarında yapabileceğin bir yolculuğun yoludur..
Asi Nehri üzerinde ağlayan nehirlerin, kamçıladığı su değirmenlerinin iniltilerini, Bağdat’ta havalanan kuşların çığlıklarını, ay’ın güneşe baş kaldırışını ve İstanbul’un yağmurla dansını, ancak karanlık, dipsiz ve soğuk bir zihnin her biri birbirinden uzak binlerce kilitli kapısının ardına, yaramaz bir çocuk edasıyla patavatsızca dalmaya başladığında…
Bulduğun ve kaybolduğun güzelliklere, sebepli sebepsiz gözyaşlarına ve aşkın kül renginden gül rengine çalan esintisine doğru kaybolurken kalbin, Aklın efendileşip’te seni bir kuyuya doğru, benlik, bencillik, kıskançlık kınından sıyrıldığı gibi sevgini kana, bular…
Kıskançlık zehri bir çeşit çıkmaz sokağı, andırır. Gün uçunca, geceye doğru hırsızlar uyanır ve derin bir uykudur yalnızlık.. Bütün kalabalıklar içinde uyuyup kalır.
Bir seccadenin güvenlik çemberinde bir’e ikilik bir alanda ikiden bire ve birden bire piyon olunan dünyadan, şah olmanın keyfiyetine varabilmenin yolculuğunda, ayak seslerimin yankısı kulağımın uçsuz bucaksız duyum sahralarında gezinmeye, koşmaya, başlıyor.
Sesler fısıldıyor kulağıma, susturulmuşların efendisi, göz kapaklarıma çiviler çakıyor ve kulağımın ortasında sanki nefsani bir senfoninin, iğrenç müzik ritimleri çalınıyor.
Uzaklarda bir yerlerde belki de çok yakında bir yerde, karıncaların karnı deşilirken, karnındaki lokmaya göz dikmiş, kanlı örümcekler kahkahalarıyla ağlarında ağlayanların gülümseyememesinin verdiği zevkten besleniyor…!
Kuyu bir serüven… Kuyu her şeyin yankı bulduğu yer..! Kuyu bir masumun atıldığı ve kırk aklı garibin bu kuyu’daki huzurlu uykuyu, vicdanlarının kapanamayacak gözlerinde seyre dalmaya başladığı yer…! Kuyu kimleri için bir son gibi görünsede, başlangıç..!
Dil üşür…
Sükut üşür..
Umut üşür…
“Ben var olursa, can kuşu yok olur…” Tende teneffüs etmeye başlayınca enaniyet, bütün iyi niyetlerini yosun kaplamışçasına, yok oluş ve kokuşma sarmaya başlar…
Küçük ve büyük adamlar, bir adım kalsın geriye diye, adsızlaşan, hadsizleşen, sanı silinmiş şanı yüce Karunlar, Firavunlar, Babil Kulesi’ndeki debdebe ve ihtişam, Kisra’nın sarayındaki devrilmez sütunlar..
Yok olur..
Save kurur.
Ebreheler tarumar olur.
Ebabillerin gücüyle, bütün varlığını benlik kaplamış fiiller, yerle yeksan olur.
Gözlerini kapadığın anda başlar tayyi zaman ve tayyi mekan, zamanı ortadan kaldırmak ve mekanı ortadan kaldırmak sadece zihnin karanlık odalarında yapabileceğin bir yolculuğun yoludur..
Asi Nehri üzerinde ağlayan nehirlerin, kamçıladığı su değirmenlerinin iniltilerini, Bağdat’ta havalanan kuşların çığlıklarını, ay’ın güneşe baş kaldırışını ve İstanbul’un yağmurla dansını, ancak karanlık, dipsiz ve soğuk bir zihnin her biri birbirinden uzak binlerce kilitli kapısının ardına, yaramaz bir çocuk edasıyla patavatsızca dalmaya başladığında…
Bulduğun ve kaybolduğun güzelliklere, sebepli sebepsiz gözyaşlarına ve aşkın kül renginden gül rengine çalan esintisine doğru kaybolurken kalbin, Aklın efendileşip’te seni bir kuyuya doğru, benlik, bencillik, kıskançlık kınından sıyrıldığı gibi sevgini kana, bular…
Kıskançlık zehri bir çeşit çıkmaz sokağı, andırır. Gün uçunca, geceye doğru hırsızlar uyanır ve derin bir uykudur yalnızlık.. Bütün kalabalıklar içinde uyuyup kalır.
Bir seccadenin güvenlik çemberinde bir’e ikilik bir alanda ikiden bire ve birden bire piyon olunan dünyadan, şah olmanın keyfiyetine varabilmenin yolculuğunda, ayak seslerimin yankısı kulağımın uçsuz bucaksız duyum sahralarında gezinmeye, koşmaya, başlıyor.
Sesler fısıldıyor kulağıma, susturulmuşların efendisi, göz kapaklarıma çiviler çakıyor ve kulağımın ortasında sanki nefsani bir senfoninin, iğrenç müzik ritimleri çalınıyor.
Uzaklarda bir yerlerde belki de çok yakında bir yerde, karıncaların karnı deşilirken, karnındaki lokmaya göz dikmiş, kanlı örümcekler kahkahalarıyla ağlarında ağlayanların gülümseyememesinin verdiği zevkten besleniyor…!
Kuyu bir serüven… Kuyu her şeyin yankı bulduğu yer..! Kuyu bir masumun atıldığı ve kırk aklı garibin bu kuyu’daki huzurlu uykuyu, vicdanlarının kapanamayacak gözlerinde seyre dalmaya başladığı yer…! Kuyu kimleri için bir son gibi görünsede, başlangıç..!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.