Kıskanmak
Tek bir sözcüğün, 'aslında kastettiği' farklı anlamlar, evet, yalnızca tek bir kelimenin çıkıp vardığı birbirinden ayrı adresler ve diyarlar olabiliyor bazen. Hepsi için aynı kelimeyi kullanıyoruz. Mesela: kıskanmak.
İyi ama, hangi kıskanmak?
*
Öyle ya, sevdiğini başkalarından sakınıp onu 'paylaşmak' istememeye de bu isim verilir; bir başkasının sahip olduğu her hangi türden bir güzellik ya da zenginlik haline karşı haset duymaya da. İkisi de 'kıskanmak'. Sevdiğini paylaşamamak gibi gayet insani bir duruma da, kem gözlü olup haset duymaya da bu ismi verip geçiveriyoruz, yani. Ama olur mu hiç!? Haksızlık değil mi bu?
Kaldı ki, 'sevdiğini sakınmak' kılıfına girmiş olan profesyonel taklitçiler; buna benzeyen bambaşka durumlar da var. 'Profesyonel' diyorum çünkü hazır bu kaygan zeminin üzerindeyken, manaların bel kemiğini ve omurgasını kırıp da kargacık burgacık işleri, buradaki 'kıskanma' ya benzetmek, dışarıdan bakılınca, failin kendisinin bile aslından ayırt edemeyeceği, kusursuza yakın sonuçlar doğurabiliyor. Laf buradan açılmışken, bu, sevdiğini sakınmak ve onun taklitçileri olan durumlardan, ardından, sözcüğün haset etmeyle olan ilişkisinden bahsedelim.
Kadın erkek ilişkilerinde, daha çok kadın tarafının gönlünü okşayan kıskançlık, bir noktaya kadar elbette ki onu 'kendine saklayan' ve sevgisinden sebep sahiplenen bir yaklaşımla dirsek temasındadır. Aradaki bağı güçlendiren ve tekrarlıyorum, daha çok kadın cinsinin ekmeğine yağ süren bir tavırdır bu. Fakat özgüvensizliğini ve bundan doğan komplekslerini, karşı tarafa saygısızca bir kısıtlama yoluyla dışa vuran kişi, işi, 'sırf sevdiğinden' öyle yapıyormuş gibi de sunabiliyor. Hatta failin kendisi bile, yukarıda da belirtildiği üzere, hazırladığı bu kılıfı, aslından ayırt edemiyor bazen. Hal böyleyken, zokayı karşı taraf mı kolayca yutmasın? Yutuyor. Özgüvensiz partner, 'çok sevdiğinden öyle yapan' a dönüşüyor sonra da, maşuğun gözünde. Oysa, karşı tarafın kişilik ve özgürlük haklarına yapılan bu saldırıdaki saygısızlık, hiç bir kılığa ve kılıfa sokulup da güzel ve haklı bir şeymiş gibi yutturulmaya çalışılmasaydı keşke...
*
Uzun etmeden, hemen diĝer konuya geçelim mi şimdi? Haset ve fesat duygularla dolu olan diyarlara açılan kıskançlık kapısını aralayalım mı?
Bu kapıyı besmeleyle değil de, bir 'maşallah' ile aralayalım şimdi hatta. Çünkü konumuz o.
Bileceksiniz... "Maşallah de!"... Günlük diyaloglarda, haiz olduğu her hangi bir eşyasının ya da durumunun beğenildiğini duyan, gören ya da sezen kişi, karşı tarafı 'maşallah' demesi konusunda uyarır. Açıkça ikaz eder. Dümdüz. Aslında onu, kem gözlı olmakla yaptığı bu suçlamayı da, "annenin bile, yeri gelir, kendi çocuğuna nazarı değer, canıım!" diyerek masumlastırıp olağanlaştırır. Fakat bir dakika... Anne ile çocuk arasında kem gözlü bir bakıştan söz edemeyiz ki! İki dakika dürüst olmayalım mı? Peki bahsedilen şey nedir o halde? Yoğun sevgi ya da beğeniden dolayı ortaya çıkan bu durumun, Yaratıcı'nın bir eseri ve lütfu olduğunu anmak için söylenen dini bir sözcük nerede, senin beni hasetçi ve kem gözlü bir insan yerine koyan o kırıcı ikazın nerede? Hani şapla şekeri birbirine karıştırmasak ve kabalık etmeyi, dini ve ulvi gerekçelere dayandırmaya çalışmasak olmaz mı?
Vermeye çalıştığım iki farklı örneğin ilkinde, karşı cins ilişkilerindeki özgüvensizliğin, kısıtlamanın ve saygısızlığın, kıskançlık kavramının serin sularına yedirilmeye çalışılan tarafından; sevgi taklidi yapan kişisel komplekslerden söz ettim. İkinci örnekte ise, karşı tarafa yapılan hasetçilik suçlamasının, nasıl da nurlu bir kılıfa sokulmaya çalışıldığından dem vurdum.
Farkındalığımızı arttırmazsak, sağdan yaklaşan bu kurnaz ve hileci tavırların daha da çoğalması için onlara yer yapmış olacağız, günlük hayatlarımızda.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.