Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Kış insanları

Kış insanları

Grileri, aradaki sayısız tonları, yarımları, buçukları, detayları ve nüansları; bilhassa da baharları boş verelim şimdilik. Her şeyi ak ve kara, iç ve dış, yaz ve kış olarak ikiye ayıracak kadar katı ve sert olalım, bir an için. Dünyanın bir yarısı yaz, diğer yarısı da kış insanıdır diyelim, temayül ve muhabbet bakımından.

Öncelikle kendimden değil de ötekilerden yana yazıp, duygudaşlık etmeye çalışacağım bu yazıda. Belki az önce bahsettiğim o katılık biraz olsun yumuşar hem böylece.

Empati kurup, sempati duymak gerekirse…

Ah o kış insanları! Kışın kendine özgü romantizmine elini verip kolunu kaptıran, biraz da melankoli bağımlısı kişiler… Soğuğu ve üşümeyi seviyorlar, sırf ısınma vuslatının sevincini ve heyecanını tatmak için, biliyorum. Soba, kestane ve çay ile oluşturulan o neşeli üçgeni çınlatıp mutlu notaları havada dans ettirebiliyorlar mı her biri bilinmez ama az önce bahsettiğim o kış romantizmi elbette yalnızca bu senaryodan da ibaret değil zaten.

Yeryüzünü kaplayan beyaz örtü, her bir tanenin sadece kendine has olan şekliyle havadan süzülüşü, yumuşacık atkılar, bereler, eldivenler, çoraplar ve yüzünü pek göstermese de pusunu bile alıp erkenden çekip giden güneşin ardından uzadıkça uzayan akşamlar ve geceler, oldukça samimi bir gerçeklik duygusunu hediye ediyor bizlere, biliyorum. Kendimden biliyorum. Karşı taraftayım, yaz insanıyım diye, taş kalpli de değilim ya! Hele o ısınma hayaliyle üşümekten zevk alır hale gelmeyi de anlayabiliyorum az çok. İşin sonunda, soğuk algınlığından hastalanmaya pek meyilli bünyem sayesinde yataklara düşmek olmasaydı, tabi…

Öyle oluyor! Kış mevsiminden haz değil, soğuk alıyorum daha çok, bendeniz. Kestane, patlamış mısır, kuruyemiş falan derseniz de, yaz aylarına mahsus sulu ve kırmızı bir karpuz dilimiyle çoktan kapanır zaten o konu. Hem, hiç üşümemenin tekinliği, o üşüyüp de ısınma edebiyatından daha sevimli ve sıcak, nasıl gelmez bir insana, anlamak mümkün değil azizim!

Bakınız bundan birkaç gün evvel, teşrif eyledi yine o beklenen zat-ı muhterem. Gök kubbeye soğuk bir nefes üfürüldü adeta. Sanki aylardır bir köşede durup yatan körleşmiş bir bıçak, bilenip keskinleşti ve buz gibi darbelerini vurmaya başladı yine, pata küte. Soğuğun keskinliğini ve teni acıtan temas’ını, jilet ya da bıçak metaforuyla anlatmak, çok yerinde bir betimdir de, bana göre…

Kış aylarını pek sevemem bu yüzden. Lahana gibi kat kat giyinmek zorunda kalmanın hiçbir naif, romantik ve sevilesi bir yanını da bulamam. Aksine, gayet sert ve hoyrat bir muameleye maruz kalıyoruz hepimiz.

Lakin yapacak bir şey de yok. Yine gelecek tatlı bir baharın uğruna, kış mevsiminin o acı soğuğuna ve belki biraz da hastalıklarına sabredeceğiz. O soğuk bıçak, vakti zamanı gelince elbet köşesine çekilecek. Körelip paslanacak…

Bakın şimdiden baharı özledim ama elden ne gelir? Ne vakitsiz ve çaresizce bir özlem bu, daha şimdiden! Şimdi gün, o kış insanlarının günü… Bari tadını çıkarsalar benim için de!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi