Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Kayıp Şehrin Dili

Kayıp Şehrin Dili

“Şehrengiz yazanlar, gördükleri, ilgilendikleri hâdisenin veya seyrettikleri manzaranın gerçekliğiyle fazla ilgilenmezler. Onlar, başkalarının belki de hiç fark edemeyecekleri küçük ayrıntılardan “yepyeni gerçeklikler inşâ ederler. Hatta ‘gerçeklikler değil, masallar inşâ ederler. Gördüklerini değil, görmek istediklerini anlatırlar. Kişilere, eşyaya ve manzaraya bir masal urbası giydirirler ve içinde yaşanabilecek, huzur duyulabilecek bir ‘iklim’ yaratırlar. Ve sizi bu şehre buyur ederler Şehrengiz budur.” Kâmil Uğurlu, M. Hilal Uğurlu, Hatay Şehrengizi

Mimar, Şair ve Yazar Dr. Kâmil Uğurlu Beyefendi, aynı zamanda bir Şehrengiz Üstadı. Yeni eseri Hatay Şehrengizi ile eserlerine (Konya, Karaman, Kahramanmaraş, Eskişehir, Sakarya, Oş(Kırgızistan) yeni bir güzellik halkası ekliyor.

Bu müstesna çalışmaya, sevgili eşi Mübeccel Hilal Hanımefendi de elvermiş, her zaman olduğu üzere kıymetli katkılarda bulunmuş.

Hatay Vakfı’nın yayını 464 sayfalık, özenle seçilmiş resimler, gravürler, özlü bilgilerle bezenmiş Hatay Şehrengizi; “En Uzak Hatıralar, Daha Dün Gibi, Atatürk ve Kurtuluşa giden Çetin Yol, Antakya Sokakları Dar, Hatay’ın Çınarları, Aslanlı Konaktaki Ziyafet, Son Kaldı veya Sona Kaldı” gibi bölümlerden oluşuyor.

Şehir anlatısı; insandan, mekândan, tarihten hikâyelerle, ilginç tespitlerle, lâtif bir lisan ve zengin bir sunumla güçlendiriliyor. Neticede biz kalbî bir doyumla, zihnin de hareketlendiğine, açıldığına şahit kalıyoruz.

İşte; şehri her rengiyle, yönüyle konuşturan, kuşatan dile dâir birkaç misal. Mazideki bir Pazar denetimi ve hassasiyeti, insanî muamele, hayvan sevgisi günümüze de örnektir belki:

“Pazarı denetleyenlerden bir grubun adı, yaptıkları denetim işi sebebiyle ‘Kursakçılar’ idi. Bunların yaptıkları iş şuydu: Köylü bir gün önceden pazara hareketlendiği için getirdiği ve Pazar görevlisine teslim ettiği hayvanlarının, horozlarının karınlarını doyurdu mu, sularını tamamladı mı, onların içinde zor durumda olanlar var mı, sakat, hasta olup da bana rağmen satışa sunulan hayvan var mı, bunları kontrol ederdi bu görevliler, gece vakti, sabah olmadan, bekçiye kapıyı açtırırlar, mesela kümesleri kontrol ederlerdi. İki veya üç kişilik bir ekiple bu işi yaparlardı. Bekçiden, herhangi bir kümesten tavuk, horoz, hindi, ne getirilmişse, onlardan bir kaçını getirmesini isterler ve hayvanların kursaklarını elleriyle yoklarlar, boş veya dolu olup olmadığını anlamaya çalışırlardı. Gerçekten bir horozun ve tavuğun, bir kuşun kursağı elle yoklanarak oranın dolu veya boş olduğu anlaşılabilir. Bu kontrolleri grup grup yaptıktan sonra gerekli notları alıp sabah, pazarın açılışını beklerlerdi. Hayvanlarının kursağı boş olan satıcıyı, bekçiden aldıkları bilgiyle tespit ederler ve kısa bir sorgulamadan sonra bu kişiyi falaka cezasıyla cezalandırırlar, onun itirazlarına kulak vermeden cezayı uygularlardı. İş bununla bitmezdi. Hayvanlar, belediyeye bağlı bu grup tarafından önce doyurulur, sulanır, sonra el konulurdu. Bundan daha ağır olanı, o kişinin bir daha pazara satıcı olarak girmesi yasaklanırdı.” (sf. 108)

Kitaptaki çok sayıdaki renkli hikâyelerden biri de; İskenderun’a gelen sıra dışı bir konuktu:

“O zamanlar, bilenlerin, bu konuda bilgisi olanların söylediklerine göre bu dev bir ‘İspermeçet Balinasıydı’ Halkın başına ilk defa böyle bir şey geliyordu.

Bir TIR çekicisi arkasına iki römork bağlamış ve yirmi-yirmibeş metrelik bir taşıma alanı temin edilmişti. Balina bunun üzerine yatırılmıştı. Fakat hayvan o kadar büyüktü ki, kuyruğu yolun asfaltında sürünüyordu, TIR’ın uzunluğu onu taşımaya yetmemişti.

Herkesin hayret ve heyecan, hatta dehşet içinde seyrettiği balinayı İskenderun’da, balıkçıların bulunduğu çarşının hemen yanı başında bulunan Lalezar çiçeksinin sol tarafındaki boşluğa indirdiler, halk günlerce gelip bu olağanüstü hayvanı seyretti. Okullar sınıflarını sıraya koyup çocukları getirdiler ve balinayı ziyaret ettirdiler. Kamyonların kasalarına doluşup çevre yerleşimlerden, kazalardan, köylerden gelenler oldu.

İskenderun esnafı için ilginç bir konuydu ve uzun süre balina orada kaldı. Üstüne çıkıp fotoğraf çektirmek için millet sıraya girdi.” (sf. 123)

Başarılı bir eserin teşekkülünde ve tabiri caizse ona bir ruh verilmesinde, derinlikli çalışmalar, incelmiş bir sanat zevki kadar, samimiyet de sanırım önemlidir.

“Bir Şehre ‘Şehrengiz’ Yazmak” kısmında içtenlik, halisane duygular ne kadar hoş yansıtılıyor:

“…şehir, can taşıyan, ruhu olan bir organizmadır. Eğer bu canlı varlıkla düzgün, samimi, içten ve ikirciksiz bir alışveriş kurulamazsa insanı dışlar, sizden gizler, hatta ciddiye almaz, ‘sürüye sayar.’

Neticede “dostluğumuz pekişti. Bizi tuttu ve bırakmadı. Ayaklarımız bizi bazı yerlere götürdü, her gittiğimiz yerde hârikalarla karşılaştık. Ne aradığımızı bilmeden aramaya devam ettik. Neyi beklediğimizi bilmeden bekledik. Şehir bizi tamamen teslim aldı. Dizlerimizin ve belimizin ağrıyıp ağrımayacağına o karar verdi. Adımlarımızın istikametini o belirledi ve huylarımızı değiştirdi.”

Biz eseri,  şehrin bu samimi hayranı, gönüllülerine karşı cevabı, başına gelecek felâketi, akıbetini sezmişçesine son bir kez çağrısı; Hatay’ın şimdiki ve müstakbel okur yazarlarına, geride kalan hayatından hüzünlü bir selamı gibi de anlıyoruz.

 Baştan sona sevgi esintilerinin hissedildiği kitap yazılmaya başlandığında, elbette şehir capcanlıydı, cıvıl cıvıldı.

Tarih boyunca; Hititler, Roma İmparatorluğu, Selçuklular, Osmanlılar gibi çeşitli kavim ile devletler Hatay ve bölgesinde etkili olmuştu. Ama artık, Birinci Cihan Savaşından ve 18 yıllık Fransız hâkimiyetinden sonra 7 Temmuz 1939’da Anavatana katılmasında büyük pay sahibi olan Atatürk “Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz” diye sesleniyordu. O hep bizimdi, bizim kalacaktı.

Tayfur Sökmen, Tarihe Geçen Kahraman; Antakya Müzesi ve Mozaikler, yöneticiler rehberler, Amik Gölünden Göçen Turnalar; Şehrin manevi sahiplerinden Habib Neccar, Bâyezid-i Bistâmî, Yusuf El Hekim, Şeyh Ahmet Kuseyri; Fransız işgali zamanında, işgale direnen yiğit köyler, kahraman kadınlar, kur(t)uluştaki emekler.

 Hatay’ın gelinlerinden 1913’de bir dergi ve gazete yayınına başlayan, öncü kadınlarımızdan Ulviye Nuriye Civelek Hanım; Zeytin, Ölmez Ağacı…

Cemil Meriç, Mehmet Âkif, Ayla Kutlu, Asi’nin Ebabilleri: Hataylı Usta Şairler şehirle hâllenmiş nefeslenmiş yazarlar sanatçılar; hayal denizine dalınan, künefe tadında bir zaman ki efsanevî sinemalar; (kutsal) köprüler, Âşık Fırıncının Simitleri…

Avlusuna Minareden Girilen Camiler, Hatay Bağının Gülleri: Meczuplar, Yılancı Hacı Macit, Hatay kalesinin Dizdarları, Böbrekli Gelin Makarnası ve nice varlık, eşya d(okumaları)  yakalamaları…

Bir enkazın karanlığı serpilmiş, sisli tozlu bir hülyaya karışmış eski Hatay, yitik bir şehir, zamanla silinecek sakinlerinin, gezginlerinin sihirli anılarında.

Fakat şimdi daha değerli ve unutulmaz bir serüveni, efsanevi bir güzelliği fısıldayan bir kitabın sayfalarında, buruk ıslak kelimelerinde yaşayacak.

Ve herhalde şehir onurlu, köklerin tutunduğu, mânâlı inşaları bekliyor. Küllerinden doğacak.

Yazı nizam ve hayat veriyor, tarihe mâl ediyor.

Zannederim bundan sonra daha önemli bir meseleyle karşı karşıyayız, Yeni Hatay’ın hüviyeti?

 Şehrengizde geçtiği gibi “Hatay’ın her bölgesi, toprağına ayak basanları ‘Hataylılaştıracak mı’” şehir yeni kimliğiyle, cazibesiyle yine ziyaretçilerini teshir edip bağlayacak mı?

seh-1.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi