KAYBEDİLEN İNSAN
Tanıdığınız veya tanımadığınız bir insanın elinden tutup yüzüne bakarak “Biz neyi kaybettik veya neyi kaybettik de bu hale geldik?” diye sorarsanız çok farklı cevaplar alırsınız.
Çarşıda pazarda alacağınız cevap farklı olur.
Eğitim kurumlarında alacağınız cevap başka olur.
Devlet dairelerinde alacağınız daha farklıdır.
Tekke, dergâh mensuplarına sorduğunuzda verilen cevap bir başkadır.
Çiftçiye, köylüye sorduğunuzda alacağınız cevap çoğunlukla Anadolu insanının irfanını yansıtır.
Seküler, laik bağnazın cevabı kırıcı olur.
Kaba yobaz ve ham softa diye tabir edilenlerinki ise bambaşka olabilir.
Hatta bazı kişiler farklı zamanlarda sorduğunuzda aldığınız farklı cevaplara şaşırır kalırsınız.
Hâsılı kelam her kime sorarsanız başka cevaplar alırsınız.
Çünkü son 20 yılda o kadar çok şey kaybettik ki herkes önceliği kendi kaybettiği şeye vermeyi ve kaybettiğini tekrar elde etmeyi kendisi için bir öncellik hatta bir zorunluluk olarak görmektedir.
Kaybettiğini tekrar kazanmak için ne yapmasını bildiği halde çoğunlukla yapmamakta, ancak elde etmekten de vazgeçmemektedir insanlar.
Bu nedenle pek az kişiden diğer farklı kişilerden aldığınız çok çeşitli cevaplar içinde belki de en az sayıda alacağınız ve cevaplar içinde en meşhur olmayanı, ancak tek doğru olan cevabı alırsınız:
“İNSAN OLMAYI KAYBETTİK”
Bu cevaptaki “insan” mefhumu sadece beden olarak insan anlamında olmayan bir varlık tarifi ve kaybettiğimiz insana olan özlemi anlatan bir cevaptır.
Çünkü çok defa duymuşsunuzdur, “Herkes anasından insan olarak doğar. Lakin herkes insan olarak kalamaz.” sözünü.
Toplum bu sözü bilir, söyler, anlatır ama bir türlü, kendi üzerine alınmaz.
Çünkü bu sözde “insan olma“ olarak tarif edilen varlığın yüklenmesi gereken sorumlulukları yüklenmek çoğunlukla işimize gelmez.
Biz karşımızdaki kişiden insan olmasını ve insan olarak kalmasını isteriz de kendimiz bir türlü insan olarak kalma becerisini gösteremeyiz.
İşimize, eşimize ve aile ile yakın çevremiz olarak gördüklerimize olan bağımlılığımız bize başkaları tarafından yapılmasını istediğimiz şeylerin başkaları tarafından da bizden yapılması istendiğinde yapmak istemediğimiz şeyler olarak karşımız çıkar.
Ailevi, ırki ve siyasi bağımlılıklarımız başkalarına karşı yapılacak işlerin yapılmasına en büyük engeldir.
Kaybettiğimiz insanlık tarifindeki “İnsan olarak kalabilmek” inançlı, ahlaklı, adil ve erdemli bir kişi olmayı gerekir.
Kafamızdaki, gönlümüzdeki kaybettiğimiz varlık mefhumunda bu özellikleri taşımayanlar veya bu özellikleri kaybeden bir kişi bizim için artık insan olma vasfını kaybetmiştir.
Aslında bu vasıfları kaybettiğini düşündüğümüz her kişide ondan daha önce bizim bir şeyler kaybettiğimiz gerçeği vardır.
Ama yukarıda bahsettiğimiz engeller var ya işte o engeller aslında asıl kaybedenin biz olduğumuz ifade eder.
Fakat insanlar ve toplumlar arasına kendi ellerimizle kendimizin koyduğu engeller bizim kendi kayıplarımızın görülmesini de engeller aynı zamanda.
Bu aşamada insanın kendi varlığından veya ruh halinden ya da maddi bünyesinden kaybettiği insanlık vasfının sıralamasında değişiklikler olmuş olabilir.
Şöyle bir iç hesaplaşma yapılacak olsa bu durumda olan insanların en başta kaybettiği husus da ilk sırayı adalet alır.
İlk sırada adalet kaybedildiğinde ikinci ve üçüncü sıradakinin de ne olduğunun çok fazla önemi de kalmamış olur.
Sonrası ise toplumdaki karşılığı ile tam anlamıyla çorap söküğü gibidir artık.
FARKINDA MIYIZ?
Duvarında “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” yazılı adliye salonlarda dağıtılan adaleti adalet olarak görmeyen insanların diğer insanlara uygulanacak adaletin icrası hakkında kendilerini tam yetkili görüyorlarsa o toplumda insan ve adaletten daha önce kaybedilmiş şeyler var demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.