Ayna Kendine Vuran Tecelliyi Aksettirir
Bugünkü yazımıza da, her zamanki gibi, ‘Selam duâsı’yla başlayalım istiyoruz efendim:
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Kaldığımız 33 beyitten devam edeceğiz inşallah. Beyit şöyle;
“Âşık bu sözün hakikati dışarıya çıksın, görünsün ister. Ayna yansıtıcı olur da sırları ortaya çıkarmaz mı? Bu nasıl olur?” (33.Beyit)
Âşık kendi tattığı lezzet ve güzelliklerin duyulmasını, bilinmesini ister. Ayni hazların başkaları tarafından da hissedilmesini arzu eder. Pek tabi bu durum âşığın gönül aynasına yansır ve bu hal âşığın elinde olmadan davranışlarına, sözlerine aksettirir. Aşk, tıpkı insanın kalbinde bir ayna gibidir. Eğer kalpte aşkın aydınlığı varsa, o kalbe rûhânî âlemlerden doğan çeşitli haller insanın içine ilham olur. İşte mânâ âlemlerine âit olan bu gizlenemez hakikatler, sır olmaktan çıkar, böylece görünmezler, âşikar olur. Üstad Mevlânâ hazretleri, Mesnevî Şerîfinde bu hakikatleri ortaya çıkartarak, aşkı tadanlara misaller verir.
Temiz bir aynanın karşına geçenleri, tek kelam etmeden, o hemen anlar. Ama ayna temiz değilse insan kendini ve kendi içindekini anlamaz. Bu hal şuna benzer ki, asrısaadet devrinde Hz. Ebû Bekir (r.a) efendimiz Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm’ın yüzüne bakarak; ‘Ne kadar güzelsin Ya Rasûlallah!’ buyurdular. Ama aynı yüze Ebû Cehil bakıp; ‘Ne kadar çirkinsin!’ dedi. Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam, her ikisine de ‘doğrusunuz’ dedi. Bunun üzerine sahabe-i kiram efendilerimiz; ‘Ya Rasûllallah! Nasıl oluyor böyle her ikisine de doğrudur.’ Dediniz, deyince Peygamberimiz aleyhisselam; ‘Herkes kendi aynasında olanı seyreder.’ Dedi. Mâşuk da her şeyi kendi zâviyesinden değerlendirir.
Mesnevî’den başka bir eserde, aşktan bu denli söz edilmez. Elbette burada aşktan maksat, Cenâbı Hakk’tır, mâşuk olunan Allah Teâlâ’dır. Rabbül Âlemin, kâinattaki tüm varlık âlemini yarattı ve kendi bilinmekliği için de, insanı halk etti. Neticede kâmil insanlar, kendilerinde tecelli eden mânevî gizleri ortaya çıkarmasın da, ne yapsın? O haller kendiliğinden fâş oluyor. ‘O aşkı Mutlak hem kendini sır perdeleriyle örtüyor, gizliyor hem de tecelli nurları görünüyor. Sırlanıyor ama tecellileri görünmeyi de diliyor. Ayna ise tecelliyi aksettiriyor; kendine görüneni göstermesin de ne yapsın?
Tecellinin cânı, Tanrı güzelliğinin şevkinin gönle vurmasıdır. Bu Rabbânî güzellik, Allâh’a kulluk eden mâ’nâ erleriyle hemhal olanlara da intikal eder. Her kap içerisindekini sızdırdığı gibi: “Rabb’inin nûru, bu güzelliği taşıyanların yüzünde gülümser durur.” (Mutaffifin, 24) Kur’ân-ı Kerim’de: “… Onların nişanları, yüzlerindeki, secde izidir…” (Fetih, 29) buyrulduğu gibi, onlar Hakk’ın iman mührü ile damgalanmış, Hak kâfilesinin erleri olmuşlardır.
Ayna kendisine vuran tecelliyi aksettirir, aksettirir çünkü o, tecelli feyzinin etrâfa dağılmasını, yayılmasını istemekte, görünen de görünmeyeni göstermektedir. Gören ve görünen ve ayna farkı ortadan kalktığı zaman da tevhidin sırrı tecelli etmiş olur.” (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, s.61)
Şurası bir gerçek ki, ayna ne kadar temiz olursa, ondan akseden görüntüler de o denli net ve parlak olur. Yâni dünyevî kirlerden, nefsânî menfiliklerden kendini uzak tutan, kendisini mânâ aynasında temizce seyredebilir.
Aynı konunun devâmı olan diğer beyitte ise şunlar kayıtlı;
“Senin rûhunun aynası tecellileri niçin yansıtmıyor, biliyor musun? Yüzün kirlerden, paslardan arınmamış da ondan.” (34. Beyit)
Eskiden aynalar şimdiki gibi camdan değil, mâdeni levhâlardan yapılırdı, o sebeple de, bulunduğu ortamlardan rutubetlenir, paslanır ve kendine yansıyanı iyi göstermezdi. İşte buradan hareketle gönül aynasındaki kirler, paslar nefsin ayıplarıdır. Yâni onlar kibir, riyâ, gıybet, hased ve sâir günahlardır. Her kim gönül aynasını bu menfiliklerden temizlerse onun rûhu tertemiz olur, Hakk’ın yüce tecellilerini alır, anlar hâle gelir. Bunun için kalbin temizlenmesi gerekir. Peki, bunun için ne lâzımdır? Kalbin cilâsı, parlaklığı ancak zikrullah iledir. Kalbin pası, nefsin bulanıklığı yalnızca Cenâbı Hakk’ı zikretmekle giderilir.
Ben neden böylesi tecellileri hissedemiyorum? Diye bir soru sorsak; şöyle bir cevap verebiliriz; Kalp ve akıl tıpkı bir ayna gibi pek çok gerçeği ortaya döker. Küpün içinde ne varsa dışına o yansır. Herkes kendi bilgisi, ilmî zekâsı, anlayışı ve kalbinin duyuşu seviyesinde hakikatlere erişebilir, tecelli sırlarına ulaşabilir. İnsan kendini aşkla, şevkle Hakk’ın emirlerine verince ister istemez onda mânâ tecellileri tezâhür eder. Yoksa Cenâbı Hakk’ın emirlerine muhalefet edersen ya da üstün körü yaparsan elbette istenen haller sen de tecelli etmez. Dolayısıyla sen de Rabb’ine aşkla ibâdetlerini yap, Kur’an ahlâkıyla ahlaklan da, kalbini, kirlerden-paslardan arındır ki, o parlasın, gönlün yüce tecellileri alır hâle gelsin.
Bir eve misâfir geleceği zaman nasıl orayı temiz hâle getirirsek, işte aynen bunun gibi, kalbimize Yüce Mevlâ’mızın teşrif etmesi için, kalbin günahlardan arındırılması lâzımdır ki oraya Cenâbı Hak tecelli etsin. Kalplerin temizliği ancak ibâdetü taatlerle, zikrü tesbihatlarla yapılır. Son noktayı kitapların en şereflisiyle koyalım efendim; “Kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28)
Hayırlı Cumâlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.