İnsan Korkulukları
“Camii’nin duvarına konunca bir karga kendini arif sanır.
Ayna’da kendini görünce fil, kendini zarif sanır.”
(E. Mücevher)
İyi kötü, güzel çirkin, acı tatlı, doğru yanlış gibi zıtlıkları birbirinden ayırabilmenin en önemli noktası farkında olabilmektir.
Farkında olmak, akıl etmek, düşünmek gibi nasihatlere muhatap olan insan, ihlas ve feraset gibi erdemlerini kaybetmeye başlar.
Süreçlerin süreğinde, makamlarına mevkilerine, maddiyatlarına ve güçlerine doğru yolculuk yapmaya başlayan insanlar hayatın hengamesi içinde, bütün güzel değerlerini deformasyona uğratır.
Birbirinden farksızlaşan insanlar, niçin tek renk olma çabasında ve neden içine insanlık yerine dünyalık zaman dilimlerinde kalplerine sevgi yerine SAMAN doldurmakta…!
Bunu KONYALI TAYYİP AĞA’nın bir nüktesiyle ifade etmeye çalışacağım..!
Şimdi de Tayyip AĞA’nın nüktesini okuyalım hep beraber.
Tayyip Ağa, bir iş için Kayseri’ye gitmiş. Kale içinde gezerken, esnafın biri;
- Vay dayım demiş, hoş geldin, hele buyur, bir çayımızı iç, karnın açsa çorba ikram edelim.
Tayyip Ağa şaşırmış, ama bozuntuya vermeden, girmiş dükkandan içeri Kayserili esnaf çayları söylemiş.
Sonra da;
Bak dayım demiş, akşam olmak üzere acil bir işim var, hiçbir yere ayrılmak yok, benim misafirimsin, hem akşam yemeği yiyeceğiz, hem bizde kalacaksın, çocuklar sana bir çay daha söylesinler, sen çayı içinceye kadar ben gelirim.
Tayyip Ağa, gelen çayı içmiş, bu arada akşam ezanları okunmuş, bir müddet daha beklemiş, dükkanlar kapanmaya başlamış, Kayserili dükkan sahibi yok.
Yatsı ezanları okunurken, Tayyip Ağa hadi patronunuza selam söyleyin deyip, çıkmış dükkandan dışarı.
Zaten kale içini gezmeden kalacak yerini çoktan ayarladığından, kalacağı yere varmış, bir-iki lokma bir şeyler yedikten sonra vurmuş, kafayı yatmış.
Sabah olunca da, tutmuş Konya’nın yolunu...
Aradan altı aydan ziyade bir zaman geçmiş. Kayserili tüccarın Konya’ya yolu düşmüş. Sormuş soruşturmuş Tayyip Ağa’nın Meram’daki evini bulmuş. Kapı önüne geldiğinde içinden, “Aradan bir dünya zaman geçti, zaten ihtiyar adam, benim ona yaptıklarımı unutmuş gitmiştir” diyormuş.
Ve çalmış kapıyı...
Tayyip Ağa kapıyı açınca, Kayserili hemen;
- Vay dayım demiş, şükür kavuşturana, ver elini öpeyim...
Tayyip Ağa, hiç bozuntuya vermeden, misafirini buyur etmiş. Kayserili’nin yanında güzel bir at ve tay varmış.
Tayyip Ağa, misafirini gerçekten iyi ağırlamış, Kayserili için için pişmanlık bile duymaya başlamış,
Tayyip Ağa’nın geniş bahçesinde yemeklerini yemişler. Gece saat 23 civarında, kahvelerde gelmiş. Bu arada sohbette koyulaşmış tabi...
Tayyip Ağa;
- Burada demiş tek derdimiz domuzlar, her gece bu saatlerde, gelirler, tüfek var, atıcılık yok...
Kayserili hemen atılmış;
- O iş kolay dayım demiş, ben attığımı vururum, sen bana domuzu göster.
Tayyip Ağa adamlarına çaktırmadan bir işaret çakmış, adamlar, Kayserili’nin atını karanlık içerisindeki bahçeye sürmüşler.
Tayyip Ağa, hışırtının geldiği yönü göstererek;
- Aha demiş, geldi domuz...
Kayserili, doğrultmuş tüfeği karaltıya, çekmiş tetiği... karaltı düşmüş bahçenin içine...
Dur demiş Tayyip Ağa, simdi öbürü de gelir, onu da bekleyelim, kurtar beni şu domuzlardan...
Tekrar işareti çakmış, bahçe içerisine, bu sefer tay girmiş, Kayserili, tekrar basmış tetiğe...
Ellerine fenerleri alıp ne olduğunu görmeye gitmişler ne görsünler, Kayserili’nin atı ve tayı cansız yatıyor.
Kayserili dövünmeye, başlamış, en fazla da taya yanıyormuş...
Nasıl da bilemedim, nasıl da bilemedim diyen sesi ağlamaklıymış.
Tayyip Ağa;
- Ülen demiş Kayseri’ye gelirim dayını bilmezsin, Konya’ya gelirsin tayını bilmezsin ne diyeyim ben sana...
Eğri ile doğruyu, güzel ile çirkini, İNSAN ile KORKULUĞU ayırabilmek farkında olmakla mümkündür. Farkında olabilmek duası ile...
Ayna’da kendini görünce fil, kendini zarif sanır.”
(E. Mücevher)
İyi kötü, güzel çirkin, acı tatlı, doğru yanlış gibi zıtlıkları birbirinden ayırabilmenin en önemli noktası farkında olabilmektir.
Farkında olmak, akıl etmek, düşünmek gibi nasihatlere muhatap olan insan, ihlas ve feraset gibi erdemlerini kaybetmeye başlar.
Süreçlerin süreğinde, makamlarına mevkilerine, maddiyatlarına ve güçlerine doğru yolculuk yapmaya başlayan insanlar hayatın hengamesi içinde, bütün güzel değerlerini deformasyona uğratır.
Birbirinden farksızlaşan insanlar, niçin tek renk olma çabasında ve neden içine insanlık yerine dünyalık zaman dilimlerinde kalplerine sevgi yerine SAMAN doldurmakta…!
Bunu KONYALI TAYYİP AĞA’nın bir nüktesiyle ifade etmeye çalışacağım..!
Şimdi de Tayyip AĞA’nın nüktesini okuyalım hep beraber.
Tayyip Ağa, bir iş için Kayseri’ye gitmiş. Kale içinde gezerken, esnafın biri;
- Vay dayım demiş, hoş geldin, hele buyur, bir çayımızı iç, karnın açsa çorba ikram edelim.
Tayyip Ağa şaşırmış, ama bozuntuya vermeden, girmiş dükkandan içeri Kayserili esnaf çayları söylemiş.
Sonra da;
Bak dayım demiş, akşam olmak üzere acil bir işim var, hiçbir yere ayrılmak yok, benim misafirimsin, hem akşam yemeği yiyeceğiz, hem bizde kalacaksın, çocuklar sana bir çay daha söylesinler, sen çayı içinceye kadar ben gelirim.
Tayyip Ağa, gelen çayı içmiş, bu arada akşam ezanları okunmuş, bir müddet daha beklemiş, dükkanlar kapanmaya başlamış, Kayserili dükkan sahibi yok.
Yatsı ezanları okunurken, Tayyip Ağa hadi patronunuza selam söyleyin deyip, çıkmış dükkandan dışarı.
Zaten kale içini gezmeden kalacak yerini çoktan ayarladığından, kalacağı yere varmış, bir-iki lokma bir şeyler yedikten sonra vurmuş, kafayı yatmış.
Sabah olunca da, tutmuş Konya’nın yolunu...
Aradan altı aydan ziyade bir zaman geçmiş. Kayserili tüccarın Konya’ya yolu düşmüş. Sormuş soruşturmuş Tayyip Ağa’nın Meram’daki evini bulmuş. Kapı önüne geldiğinde içinden, “Aradan bir dünya zaman geçti, zaten ihtiyar adam, benim ona yaptıklarımı unutmuş gitmiştir” diyormuş.
Ve çalmış kapıyı...
Tayyip Ağa kapıyı açınca, Kayserili hemen;
- Vay dayım demiş, şükür kavuşturana, ver elini öpeyim...
Tayyip Ağa, hiç bozuntuya vermeden, misafirini buyur etmiş. Kayserili’nin yanında güzel bir at ve tay varmış.
Tayyip Ağa, misafirini gerçekten iyi ağırlamış, Kayserili için için pişmanlık bile duymaya başlamış,
Tayyip Ağa’nın geniş bahçesinde yemeklerini yemişler. Gece saat 23 civarında, kahvelerde gelmiş. Bu arada sohbette koyulaşmış tabi...
Tayyip Ağa;
- Burada demiş tek derdimiz domuzlar, her gece bu saatlerde, gelirler, tüfek var, atıcılık yok...
Kayserili hemen atılmış;
- O iş kolay dayım demiş, ben attığımı vururum, sen bana domuzu göster.
Tayyip Ağa adamlarına çaktırmadan bir işaret çakmış, adamlar, Kayserili’nin atını karanlık içerisindeki bahçeye sürmüşler.
Tayyip Ağa, hışırtının geldiği yönü göstererek;
- Aha demiş, geldi domuz...
Kayserili, doğrultmuş tüfeği karaltıya, çekmiş tetiği... karaltı düşmüş bahçenin içine...
Dur demiş Tayyip Ağa, simdi öbürü de gelir, onu da bekleyelim, kurtar beni şu domuzlardan...
Tekrar işareti çakmış, bahçe içerisine, bu sefer tay girmiş, Kayserili, tekrar basmış tetiğe...
Ellerine fenerleri alıp ne olduğunu görmeye gitmişler ne görsünler, Kayserili’nin atı ve tayı cansız yatıyor.
Kayserili dövünmeye, başlamış, en fazla da taya yanıyormuş...
Nasıl da bilemedim, nasıl da bilemedim diyen sesi ağlamaklıymış.
Tayyip Ağa;
- Ülen demiş Kayseri’ye gelirim dayını bilmezsin, Konya’ya gelirsin tayını bilmezsin ne diyeyim ben sana...
Eğri ile doğruyu, güzel ile çirkini, İNSAN ile KORKULUĞU ayırabilmek farkında olmakla mümkündür. Farkında olabilmek duası ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.