Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

İnce bir varlık

İnce bir varlık

Sözlerdeki satır aralarını, yüzlerdeki mimikleri ve davranışlardaki incelikleri okuyamıyor, göremiyor ve anlayamıyoruz. Hepsi adeta okunaksız, iki boyutlu; basite indirgenmiş şeyler, şimdi. Bunların üzerinde kafa yorup bir nebze olsun incelip ince elemek, hiç kimsenin aklının ucundan dahi geçmiyor.

Adeta, tanımlı olmadığı için algılanamayan bilgisayar kodlarına benzetiyorum ben tüm bu detayları ve nüansları. Kaba sabayız desem, ayıp mı olur? Lakin öyleyiz. Bundan daha açıklayıcı bir sözcük bulamıyorum. Kaba sabayız, azizim.

Günü kurtarmak kafi. Aslanın ağzındaki ekmeği alıp mideye indirebilmek bile artık yeterli ve başlı başına bir hüner ve başarı. Ekmekten başka derdimiz yokken, geri kalan her şey bir ‘pasta yeme’ şımarıklığı ve romantizminden ibaret. İlişkilerdeki günlük iletişimi ise, karşılıklı olarak ‘anlaşılabilinecek’ asgari düzeyde tutmanın, kimseye bir zararı olmayacak gibi görünüyor. Hem bu kolaycılık, herkesin işine de geliyor, zaten başlı başına yorucu olan hayat gailesine, fazlasıyla enerji harcanırken.

Mevsimleri kış ve yaz diye; renkleri ise siyah ve beyaz diye ikiye indirgeyiversek, herkes buna minnettar ve müteşekkir kalacak gibi görünüyor. Baharlar, buçuklar, çeyrekler ve aradaki sayısız ton griler ve zaten diğer tüm renkler, kullanımdan kalkıverse, oh be, ne kadar rahat edeceğiz. Mimikler, satır araları ve incelikler gibi şeyler külfet, gereksiz lüks ve harcama, boşuna bir enerji sarfiyatı ve israf gibi sözcüklerle tanımlanabilir şimdi ancak.

E ekmekten başka dert edinemeyecek hale de biraz mecburen getirildik gerçi. Ama hiçbir zaman gündelik hayatın politik ve ekonomik kaygılarını konu edinmediğim gibi, bu kısmı şimdi de es geçiyorum, malum imalardan ve atıflardan uzak durmak adına. Lakin bu yazdıklarım, “ekmek yoksa pasta yiyin” gibi de algılanmasın en azından. İnsan ince bir varlık değil midir hem zaten?

Ne diyorduk… Nüanslar, detaylar ve diğer tüm minimal şeyler… Bunların, kullanılmaya ve kıymet görmeye, neredeyse kullanımdan kalkma noktasına gelmesinden söz ediyorduk.

Oysa, tüm bir insanlığı, tek bir oluş gibi düşünürsek, bu varlık, bir baharın en orta yerinde doğmuş olmalı. Dünyadaki birçok renk, ışık ve grinin sayısız tonlarının arasında, bir oraya bir buraya akıp kayıveren bir varlıktı. Akışkan, latif ve soyut yanı, maddesel, sabit ve durağan yanından daha ağır basan bir varlık… Notaların sekiz tanesiyle değil de, bemolleri ve diyezleriyle; çok sesli bir terennümle bin bir nağmeli bir ıslık çalarken doğdu, ağzının içinde.

Yıllar yıllar içinde bugün geldiği bu kaba saba hal ise, kendine bir türlü uyup yakışmadığı için, bir türlü huzura erip mutlu olamıyor bugün, galiba. Günümüz insanının derdi bu. Yani asıl derdi, ekmekten başka derdinin olmayışı, hayatı siyah beyaz olarak görmeye (ç)alışması, hele ki sanata ve müziğe falan ayıracak isteği, hali ve zamanının ise, zaten hiç kalmayışı ya da olmayışı. İncelmekten bahseden bendenizin ise, “ekmek yoksa pasta yiyin” diyor gibi algılanma ihtimalinden imtina edişi.

Neticede, insan ince bir varlık değil midir? Hani o satır aralarına, mimiklere ve nüanslara muhtaç varlık. Ve bir baharın en orta yerinde, ağzının içinde bin bir nağmeyle doğan ve bütün bu hayati ve minimal işlerden uzağa düştüğü için, bugün böyle mutsuz olan. Yaratılışı gayet latif olan akışkan bedeninin üzerine, ona biçilen kaba saba bir urbayı geçirmek zorunda kalan ve tüm bu sebeplerden dolayı da iç huzura kavuşamayan. İşte evet, insan, aslında o ince varlık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi