İki Kayıp
Siyasetin gürültüsü içinde duyulmuyor. İki değerli şahsiyeti kaybettik; sessiz sedasız kayıp gittiler.
“Bilge Tarihçi” Ziya Nur Aksun ve şair yazar Osman Olcay Yazıcı. Tarihçimiz Ziya Nur 6 Eylül’de, Olcay Yazıcı ise 12 Eylül tarihinde vefat etti.
“Tarihçi Ziya Nur Aksun, 29 Mayıs 1930 tarihinde Konya'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimi Konya'da yapan Aksun, 1955 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Eserlerinden çok sohbetleriyle tanınan Aksun, Osmanlı ve İslam tarihi hakkında geniş bilgisi, günlük siyasetin muhtelif gelişmelerini tarih muhakemesiyle değerlendirmesi, Osmanlı-Türk devlet telakkisi hakkındaki tespitleriyle birçok kişiyi etkiledi.”
Ziya Nur Aksun’un yayımlanmış kitapları arasında Osmanlı Tarihi, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, İslâm Tarihi 1-2-3, Darbe Kurbanı Abdülaziz Han, II. Abdülhamid Han, Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi bulunuyor.
Bir parantez açıp, ilâve edeyim. Kızkardeşi Belma Aksun Hanımefendi de kıymetli bir yazardır. Bütün pozitif ayrımcılık iddialarına rağmen, herhalde ehemmiyetsiz bulunduğu için bir türlü yayınlanamayan “Konyalı Kadın Yazarlar” kitabına, Nezihe Araz’la birlikte dahil olmuş, en son “Keşke” isimli öykü kitabı Ötüken yayıncılıktan okurla buluşmuştur. Ziyanı yok; yazar çok, ömür uzun(!). Bekleriz. Beklerler. Beklesinler!
1953 Trabzon doğumlu Olcay Yazıcı’nın; Hisar, Türk Edebiyatı, Boğaziçi, Dolunay, Millî Kültür, Kültür Dünyası, Tarih ve Düşünce, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Umran gibi birçok dergide muhtelif yazıları yayınlanmıştı.
Hüzün Yazıları, Kitapsız Toplum, Nemrut Ateşi, Erguvan Uğultusu, Çocuklar Vatanında Büyüsün, Eylül’ün Kırdığı Gül ile Yaralı Küheylan gibi önemli eserlerin sahibiydi.
Allah rahmet etsin. Mekânları Cennet olsun.
Olcay Yazıcı’nın “Tartışmayı Tartışmak” isimli kitabından, “Köşeyi Dönmek Varken!...Neden Okusunlar ki!...” yazısından tadımlık, güncelliğini kaybetmeyen bir bölüm:
“Ömürlük acılara ne gerek…
Bir “somun” olup makineye takılacak, genel-geçer dinamiklere tâbi olacaksın… Diğer-gam kaygılardan “ego-santirizme” varan yol kavşağında durup dinlenirken, ultra-liberalizm panosundaki yazıyı okuyup soluklanacaksın: Helâlle-haram, “olmakla”, “sahip olmak” arasında ikilemlere düşüp, ömürlük acılar çekmeye ne gerek var? “Al bir bilet, köşeyi dön!...” Oyunun kuralı böyle… Senarist misin, figüran mı?
Seyretmek hafızayı dinlendirir… Vizyonist olacaksın, revizyonist değil!... Kıvranmaya, davranmaya ne hacet? Unutma ki, haram-imkânlarla alınmış bir kostüm ve kostüm içerisinde caka satan bir “dik-sürüngen”in(Tarık Buğra’yı hatırlayarak) otuz yıllık ince hesapların, sosyo-mistik ıstırapların önüne geçtiği bir devirde yaşıyorsun… Bir devir ki, kitaba harcanan para haram-hazlara harcanan meblağın milyonda biri değil… Bir devir ki, rugan ayakkabılı adam Raymond Aron’dan daha itibarlıdır… Bir devir ki, eşya “erdem”e galip ve bütün kıstaslar palyatif!... Bir devir ki, özenilen, taklit ve takip edilen adam bukalemun, eklektik bir tip’dir… Rabelais’i bile güldürecek bir tip… “Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyendir!” (Horatius’u hatırlayarak).
Finalist değil, “nihilist” olacaksın. (Biraz da feminist tabii) Günlük, rutin arzuların güdümünde gürül gürül akarak, erotizm ve kozmetik yakamozlanış içerisinde deri-değiştireceksin(…)
Depolitize, dekültürize, defikirize olup çatışmadan kurtulacaksın… “Permisif sosyeteye” katılıp hayatını yaşayacaksın… Trajik ve marazî açmazlarda tıkanıp kalmak niye?... Ekranlar bakmakla, mevduat saymakla, stadlar haykırmakla aşınmaz!... Bırakınız baksınlar, bırakınız saysınlar, bırakınız bağırsınlar!... “Savacak” olmayın siz. (Adam Smith’i hatırlayarak).
(…) “Düşünüyorum, o halde varım” veya “Varım, öyleyse düşünmeliyim” (Descartes ve T. Buğra’yı anarak) sözleri eski bir hikâyenin tedavülden kaldırılmış kırıntılarıdır artık. Şimdi ölçüler başka, şimdi hükümler farklı. “İtibar görüyorum, o halde varım!... Bey-Men’den giyiniyorum, o halde varım!... Arabam Mercedes, o halde varım!... hayali ihracat yapıyorum, o halde varım!...”
Zavallı Descartes, sürü-idrakinin günün birinde böylesine çağdaş boyutlara(!) ulaşacağını tahmin edebilseydi eğer, mutlaka sözünü değiştirir, tashih ederdi. Değil mi ya!...
Ve zavallı insan…
(..) Ve işte özetin özeti: “Allah’ın evinden, kendi zavallı kulübeciğini kurmak için taşlar (çalan) zavallı insan!” (Rilke’yi hatırlayarak).
Bu dağınık panoramadan sonra, “Neden okumuyorlar?” sualine karşı bir sualle cevap vermek gerekiyor: “Neden okusunlar ki?” Kriterler, negatif telâkkiler ve şartlandırılmış değer yargıları bir temiz silkelenip, kültür birikimi ile para birikimi arasında sağlıklı ve namuslu bir “denge” kuruluncaya; iç olgunluk, dış aksesuardan önemli ve saygın görülünceye ve de fikir yoğunluğu, emek-yoğunluk kadar (en azından) değer ve söz hakkı kazanıncaya kadar bu sual cevapsız kalacaktır!...” ( Olcay Yazıcı, Tartışmayı Tartışmak, Ötüken)
“Bilge Tarihçi” Ziya Nur Aksun ve şair yazar Osman Olcay Yazıcı. Tarihçimiz Ziya Nur 6 Eylül’de, Olcay Yazıcı ise 12 Eylül tarihinde vefat etti.
“Tarihçi Ziya Nur Aksun, 29 Mayıs 1930 tarihinde Konya'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimi Konya'da yapan Aksun, 1955 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Eserlerinden çok sohbetleriyle tanınan Aksun, Osmanlı ve İslam tarihi hakkında geniş bilgisi, günlük siyasetin muhtelif gelişmelerini tarih muhakemesiyle değerlendirmesi, Osmanlı-Türk devlet telakkisi hakkındaki tespitleriyle birçok kişiyi etkiledi.”
Ziya Nur Aksun’un yayımlanmış kitapları arasında Osmanlı Tarihi, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, İslâm Tarihi 1-2-3, Darbe Kurbanı Abdülaziz Han, II. Abdülhamid Han, Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi bulunuyor.
Bir parantez açıp, ilâve edeyim. Kızkardeşi Belma Aksun Hanımefendi de kıymetli bir yazardır. Bütün pozitif ayrımcılık iddialarına rağmen, herhalde ehemmiyetsiz bulunduğu için bir türlü yayınlanamayan “Konyalı Kadın Yazarlar” kitabına, Nezihe Araz’la birlikte dahil olmuş, en son “Keşke” isimli öykü kitabı Ötüken yayıncılıktan okurla buluşmuştur. Ziyanı yok; yazar çok, ömür uzun(!). Bekleriz. Beklerler. Beklesinler!
1953 Trabzon doğumlu Olcay Yazıcı’nın; Hisar, Türk Edebiyatı, Boğaziçi, Dolunay, Millî Kültür, Kültür Dünyası, Tarih ve Düşünce, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Umran gibi birçok dergide muhtelif yazıları yayınlanmıştı.
Hüzün Yazıları, Kitapsız Toplum, Nemrut Ateşi, Erguvan Uğultusu, Çocuklar Vatanında Büyüsün, Eylül’ün Kırdığı Gül ile Yaralı Küheylan gibi önemli eserlerin sahibiydi.
Allah rahmet etsin. Mekânları Cennet olsun.
Olcay Yazıcı’nın “Tartışmayı Tartışmak” isimli kitabından, “Köşeyi Dönmek Varken!...Neden Okusunlar ki!...” yazısından tadımlık, güncelliğini kaybetmeyen bir bölüm:
“Ömürlük acılara ne gerek…
Bir “somun” olup makineye takılacak, genel-geçer dinamiklere tâbi olacaksın… Diğer-gam kaygılardan “ego-santirizme” varan yol kavşağında durup dinlenirken, ultra-liberalizm panosundaki yazıyı okuyup soluklanacaksın: Helâlle-haram, “olmakla”, “sahip olmak” arasında ikilemlere düşüp, ömürlük acılar çekmeye ne gerek var? “Al bir bilet, köşeyi dön!...” Oyunun kuralı böyle… Senarist misin, figüran mı?
Seyretmek hafızayı dinlendirir… Vizyonist olacaksın, revizyonist değil!... Kıvranmaya, davranmaya ne hacet? Unutma ki, haram-imkânlarla alınmış bir kostüm ve kostüm içerisinde caka satan bir “dik-sürüngen”in(Tarık Buğra’yı hatırlayarak) otuz yıllık ince hesapların, sosyo-mistik ıstırapların önüne geçtiği bir devirde yaşıyorsun… Bir devir ki, kitaba harcanan para haram-hazlara harcanan meblağın milyonda biri değil… Bir devir ki, rugan ayakkabılı adam Raymond Aron’dan daha itibarlıdır… Bir devir ki, eşya “erdem”e galip ve bütün kıstaslar palyatif!... Bir devir ki, özenilen, taklit ve takip edilen adam bukalemun, eklektik bir tip’dir… Rabelais’i bile güldürecek bir tip… “Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyendir!” (Horatius’u hatırlayarak).
Finalist değil, “nihilist” olacaksın. (Biraz da feminist tabii) Günlük, rutin arzuların güdümünde gürül gürül akarak, erotizm ve kozmetik yakamozlanış içerisinde deri-değiştireceksin(…)
Depolitize, dekültürize, defikirize olup çatışmadan kurtulacaksın… “Permisif sosyeteye” katılıp hayatını yaşayacaksın… Trajik ve marazî açmazlarda tıkanıp kalmak niye?... Ekranlar bakmakla, mevduat saymakla, stadlar haykırmakla aşınmaz!... Bırakınız baksınlar, bırakınız saysınlar, bırakınız bağırsınlar!... “Savacak” olmayın siz. (Adam Smith’i hatırlayarak).
(…) “Düşünüyorum, o halde varım” veya “Varım, öyleyse düşünmeliyim” (Descartes ve T. Buğra’yı anarak) sözleri eski bir hikâyenin tedavülden kaldırılmış kırıntılarıdır artık. Şimdi ölçüler başka, şimdi hükümler farklı. “İtibar görüyorum, o halde varım!... Bey-Men’den giyiniyorum, o halde varım!... Arabam Mercedes, o halde varım!... hayali ihracat yapıyorum, o halde varım!...”
Zavallı Descartes, sürü-idrakinin günün birinde böylesine çağdaş boyutlara(!) ulaşacağını tahmin edebilseydi eğer, mutlaka sözünü değiştirir, tashih ederdi. Değil mi ya!...
Ve zavallı insan…
(..) Ve işte özetin özeti: “Allah’ın evinden, kendi zavallı kulübeciğini kurmak için taşlar (çalan) zavallı insan!” (Rilke’yi hatırlayarak).
Bu dağınık panoramadan sonra, “Neden okumuyorlar?” sualine karşı bir sualle cevap vermek gerekiyor: “Neden okusunlar ki?” Kriterler, negatif telâkkiler ve şartlandırılmış değer yargıları bir temiz silkelenip, kültür birikimi ile para birikimi arasında sağlıklı ve namuslu bir “denge” kuruluncaya; iç olgunluk, dış aksesuardan önemli ve saygın görülünceye ve de fikir yoğunluğu, emek-yoğunluk kadar (en azından) değer ve söz hakkı kazanıncaya kadar bu sual cevapsız kalacaktır!...” ( Olcay Yazıcı, Tartışmayı Tartışmak, Ötüken)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.