Hakk'ın Hakkı
Hak, eşitlik, adalet... Birbirine dirsek temasındaki bu kavramların hakkında, yalnızca hukukçular mı söz söyleyebilirler? Hakimler, savcılar ve avukatlar? Hiç sanmıyorum... Eğer "evet, öyledir." diyorsanız, hakkın, hukukun ve adaletin; yani zaten bu kavramları algılamanın ve idrak etmenin yanından bile geçmemişsiniz demektir. "Kusura bakmayın" derdim ama gerçeği söylemek ne zamandan beri kusurdan sayılır oldu ki? Neyse neyse, iyiyken kötü olmayalım biz şimdi. Devam edelim.
Nitekim bu konuda her bireyin fikir yürütme, üretme ve söz söyleme hakkı mevcuttur, diyecektim. Adil olan da işte böylesi bir eşitliktir. Herkesin buna hakkı vardır. (Son iki cümlede, yazının başlığını toparladım.)
Diye başladıktan sonra, bu kavramların harflere bürünmüş yazılı kurallarla; 'insan eliyle' zahiren yapılmış "sosyal hayatı düzenleyen yasalar" değil; çok daha köklü, derin, hatta kadim manalara ve malumata sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu minvalde, kural koyarak hakkı, eşitliği ve adaleti sağlayan da Yüce Yaratıcı'nın bizatihi kendisidir zaten. El- Adl!
Ne yazık ki son yıllarda sayıları git gide artan tanrıtanımazlar için bu yazı bu noktadan itibaren elbette hiç bir şey ifade etmeyecektir ama sayıları yine de hala daha fazla olan, bir Yaratıcı'nın varlığına iman edenler için yazmaya devam ediyor olacağım şimdi.
Diyordum ki, el Adl... Hani nerede adalet? Adaletin bu mu Dünya? Diyenleri duyar gibiyim. El Hay olanın kuluna verdiği hayatın, yalnızca yeryüzündeki ömür ile ölçüldüğünü düşünenleri de görür gibiyim bir yandan; ahiret yurdunun varlığını inkar edenleri. Hak, eşitlik ve adalet konusundaki isyan -"birisi zengin ailede doğuyor ama öteki açlıktan ölüyor" tadındaki bir çok 'haklı' görünen baş kaldırı- kaçınılmaz olarak hepimizin nefsini tahrik edip ayaklandırsa da- 'öbür dünya' inancının tüm o isyana teşvik eden tahrik unsurlarını teskin ettiğini ve anlamlandırdığını söyleyebiliriz.
Bir sebeple milyonlarca çocuğun canına kast etmiş ve onları katletmiş birini ele alalım, örneğin. O kişiyi ellerinizle boğarak ya da başka bir şekilde öldürseniz dahi, adaletin tam anlamıyla yerini bulduğunu nasıl iddia edebiliriz? Milyonlarca cana ve onca acıya karşılık tek bir can, öyle mi? Yeryüzünün, adaletin tam karşılığı ile hakkıyla sağlanması için yeterli şartlara ve imkanlara sahip olmayan bir zemin olduğuna dair yeterli bir kanıt değil midir, bu örnek? Ya da en basitinden, her türlü insan ilişkisinde bile kolayca karşımıza çıkan durumlar var, gönül kırmak, ah almak gibi 'basit' mevzular işte... Öyle bir durumda, karşınızdaki kişinin dünyevi bir mahkemede dava edil(e)meyeceğini de pekala biliyoruz. Ne var ki, dini terminolojideki mizan, Mahkeme-i Kübra gibi terimlerle anlam bulup kazanacak olan durumlar değil midir bunlar ancak? Tabi bir tanrıtanımaz 'Allah' demekten geri duracağı için 'evren'e gönderedursun tüm o enerjileri, o ayrı mesele... Sanki o evrenin bir yaratıcısı yokmuş gibi.
Beşerin fikrine ve yargısına uyan bir 'adalet' anlayışının yoksunluğu, bunun mutlak anlamda bir yoksunluk olduğunu nasıl gösterebilir, biz bu kadar sınırlı bir akla ve dar bir bakış açısına sahipken, hem? Bütünün hayrını ve işin 360 derecelik görünüşünü, hatta hakikatini görme hünerine sahip miyiz sanki? Şu anda, evet tam şu anda yer altında kaç çeşit ve adet canlının yaşadığını kim bilebilir, en basiti?
O halde hak, eşitlik ve adaletin hakkıyla tecelli edebileceği şartlara olanak tanıyamayacak kadar geçici olan bu Dünya hayatının görünen adaletsizliğinin kimseyi yanıltmamasını dilerim ben de.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.