Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Hakk’a yakınlık

Hakk’a yakınlık

Her biri birbirinden değerli güzel günler içerisindeyiz efendim. Neredeyse yarıladık pek kıymetli Recep ayını. Keşke imkan olabilse de, yüreğimizi hep Rabbül Âlemîn’e tahsis edebilsek. Ama tabi zor! Olsun o zaman biz de, geçen yazımızda başlamış olduğumuz, ‘Allah Teâlâ’ya yakınlık konusundan devam ederek, ‘O’na nasıl yakın olabiliriz?’ konusunu sizlerle hasbihal edelim istiyoruz. Buyurun başlayalım.

Cenâbı Hak kullarının kendisine yakın olmasını istiyor: “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim dâvetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara, 186) Buyuruyor. Peki, O’na nasıl yakın olabiliriz?

Bilindik bir cevapla başlayalım; ‘Seven sevdiğine yakın olmak ister. Seven sevdiğinden ayrılmak istemez, hep onunla olmak ister. Seven her yerde onu konuşmak, ondan bahsetmek ister. Hatta Kerem gibi, Ferhat gibi, Mecnun gibi, sevdiği için fedakârlık yapmak ister.’ İşte aynen böylesi bir muhabbet ile, Mevla’mızı sevmek gerekli. Fakat bugünün insanı, dünya ve içindekilerini öyle çok seviyor ki, kendisine koca kâinattaki çeşit çeşit nimetleri âdeta mükellef bir sofra gibi ikram eden Şânı Yüce, Kudreti Sonsuz olan Rabb’ini hatırlayacak, düşünecek zamânı yok maalesef. İnsanın hayat programında, varsa yoksa dünya ve içindekiler var. Dünya nasıl gerçek ise, işte son durak olan ahrette, aynen öyle gerçek.

Ancak şu da var tabi, insan bildiğini, tanıdığını, sever Bugünün insanı ne üzücü ki, kendisini özene-bezene yaratan Yüce ve Aziz Yaratıcısını tanımıyor. Her şeyleri önlerinde olduğu için –haşa- Allah Teâlâ’ya ihtiyaçsız yaşıyorlar, hatta utanmadan ‘Tanrı’ya gerek duymuyorum’, diyor. Müthiş bir yanılgı! Öyle ki, kişiyi ebedî hüsrana sürükleyecek bir acıdır bu yanılgı. İnsan kendisine yakışmayacak bir şekilde âdîce, küstahça, kibirle dolu olarak bu vâdilerde gezinmemeli. Sonra çok pişman olur da, bu sefer işi işten geçer.

Hiç olmazsa şu mübârek Recep ayı hürmetine, insan kendisini yoktan vâr eden Rabb’ini tanımalı. Aslında tanıdığını sananlar da, şöyle kendilerini bir yoklasalar, hakikaten Allâhu Azûmuşşân’ı yeterince tanımadıklarını anlayacaklardır. Bütün mesele, O’nu tanımaktır, tanıyan nasıl sevmez? Ancak ilâhî sevgiden nasiplenemeyenler, bu hakikatin dışındadır. Peki, O’nu nasıl seveceğiz? Tabi ki, O’nu tanıyarak. O’nu neyle tanırız, o zaman? Sıfatlarıyla, özellikleriyle, O’nu öğrenerek bilebiliriz.

Adına kâinat dediğimiz muazzam varlığı, sonsuz kudretiyle yaratan Yüce Yaratıcı, istese bugün yaşayan yaratıklar gibi, daha nice benzerlerini, vücuda getirebilendir. O’nun ikram ve lütufları çoktur, saymakla bitirilemez. İnsan için en büyük kazanç, O’nu tanımaktır tersi ise insanı helâke götürecek, hayâtın en büyük kaybıdır.

İnsan dünya hayâtını yaşarken, her türlü iyi-kötü durumlarla karşılaşabiliyor. Sağlık-mutluluk-neşe-başarı bizim içinken, üzüntü-keder-acı-hüzün de, biz insanlar içindir. Üzüntüsüz, dertsiz, tasasız bir hayat yok. Bunlar, hayâtın kaçınılamaz gerçekleridir. İnsanlar karşılaştıklarıyla sınanırlar, imtihandan geçirilirler. İmtihandan başarıyla çıkanlar, ahrette belli olacaktır neticede onlar dünyâdakinden daha mükemmel ebedi bir hayatla müjdeleneceklerdir. Aksinde ise acı gerçekler vardır. Böylesi bir hüsrandan, Rabb’imize sığınırız.

Şurası değişmez ve kabul edilmesi gereken bir hakikat ki, dünya içinde bitmeyen ve her an yenilenen, sayısız dert ve sıkıntıları, bitiren ancak ve ancak Allâhu Zül Celal’dir, O’ndan başkası üzüntü ve kederleri bitirici değildir. Cenâbı Hak, her türlü zararı giderici, insanı ziyandan koruyucudur. O, Celle ve Âlâ, kendi kapısına gelenleri, asla geri çevirmez, rahmetiyle muamele buyurur. Dolayısıyla asıl sevgisi kazanılacak yegâne mercii, Rabbül Âlemîn’dir. O’nun sevgisi ve muhabbeti kimseye değişilemez. O’nun sevgisini kazanmak, her şeyi kazanmak demektir. O’nun sevgisini kaybetmek, her şeyi kaybetmektir.

O’nu seven, Allah Teâlâ’nın rızâsına erişmek ister. O’nun rızâsına erişmek, O’nu tanımak ve O’nun irâdesine inanmak, ancak O’na teslim olmak ile mümkün olur. Cenâbı Hakk’ı tanımak, bir insan için en üstün pâyedir. Doğru ve bilinçli bir Hak bilgisi, insanı en üst insanlık mertebesine eriştirir. Yine, bu değerli bilgi, insanı hurâfelerden, sapkınlıklardan, her türlü ahlaksızlıklardan, insan haysiyetine yakışmayan davranışlardan beri kılar. Allah Teâlâ’nın emir ve buyruklarını yerine getirmek, insanı bedenen temizler, rûhen yükseltir sonuçta böylesi insan, dünya ve ahrette saadete kavuşur, hakiki huzura erişir. Bu sâyede insan, dünyânın problemlerine gereksiz takılmaz, kula kul olmaktan kurtulur, gerçek özgürlüğe yâni Hakk’a kulluğa kavuşur. Bu ne büyük bir şereftir. Erişene ne mutlu!

İçinde bulunduğumuz Recep ayının her gününü, Şanlı ve Şerefli Rabb’imizi tanıyarak geçirmeye ne dersiniz? Efendim hayırlı, nurlu, feyizli Cumâlar dileriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi