Gitti de gelmedi canan bu ne çare
Köylü ekinini bir yandan düvenliyor, bir taraftan acele ediyor havalar bozmadan harmanı bitirmek istiyordu. Harmanını savuran, tahılını ambara kaldıran komşusuna yardıma koşuyordu. Mamafih Karayakup Köyü’nde tatlı bir telaş daha vardı. Şerife kız harman bitiminde gelin olacaktı.
Nihayet o gün gelmişti. En mutlu günüydü bugün Şerife'nin. Yavuklusu Hasan'a kavuşacaktı. Davul zurna sesleri gelmekteydi uzaktan. Sesler gittikçe yaklaşıyor, bayraktar gitme zamanının geldiğini haber veriyordu. Güveyi tarafı gelmişti. Fadime nine kızına; '”Şerifem canparem, güzel kızım muradına böylelikle erdin. Kayınbaba, kaynana, hane halkına saygıda kusur etme. Evlatlarına helal süt emzir, vatana, millete hayırlı yetiştir, namusunu koru, yuvanı gözet'' diye baba ocağındaki son nasihatleri ediyordu. Al al yanakları gelin mahcubiyle daha da kızarmıştı Şerife'nin. Kardeşi beline kuşağını sararken ablasıyla vedalaşıyordu. Düğün evine tüm köy halkı toplanmıştı, imam efendi de duasını etmiş, gelin ata bindirilmiş ve yeni yuvası uğurlanmıştı.
Aylar ayları yıllar yılları kovalamış Şerife kadının dört evladı olmuştu.
Hepsi birbirinden müstesna dört tane koçyiğit yetiştiriyordu Şerife ana. Hasan emmi kazancına pek dikkat eder, hanesine haram sokmazdı. Helal lokma ile büyütüyorlardı ciğerparelerini.
Ne kadar mutluydu Şerife. En çok Murat'ın üzerine düşer, gözünden sakınırdı oğlunu. Bütün ailenin gözdesiydi Murat. Dede Çakır Mehmet Çavuş kadar, ninesi, babası, kardeşleri de çok severlerdi onu. Şerife kadın hep onun sevdiği yemekleri yapmak isterdi... Anadolu pek çoraktı o yıllarda. Çoğu aile kimi zaman kuru ekmeği bile zor bulurdu sofrada. Bir tas çorba ya da bulgur pilavı, bir kuru soğan yanında ayran oldu mu ne büyük nimetti. Hele tandıra vurulan etli kuru fasulye varsa konu komşu hep birlikte ziyafet çekilirdi. Bazen soğan, ekmekle dürüm edilir bal gibi gelirdi.
Hasan emmi tarladaki işlerini bitirmiş toprak patikadan türkü çığırarak geliyordu Yolda muhtarla karşılaştı. Muhtar tüm köy halkını köy meydanına çağırıyordu. Büyük bir merakla meydana toplanan halk, muhtarın ne söyleyeceğine dikkat kesilmişti. Muhtar düşmanın Osmanlı topraklarını işgale geldiğini söylüyordu. Adeta sırtlan sürüleri gibi saldırıyordu düşman dört bir yandan. Yedi düvel en gelişmiş gemilerle, toplarla, silahlarla gelmişti. Asrın savaşı veriliyordu Çanakkale'de. Dünya tarihinde görülmemiş bir o kadar da enteresan bir savaştı bu. Kadını-erkek, çoluk çocuk Çanakkale'de vatan için mücadele ediyordu tek dişi kalmış medeniyetle! Asker lazımdı Çanakkale'ye düşman çizmesi altında vatan çiğnenmesin diye. Muhtar sözün bitiminde her haneden gönüllü askerler istemişti.
Soluk soluğa eve yetişti Hasan emmi. Haberi Şerife kadına verirken sadece ''düşman gelmiş'' diyebildi.
Memlekete asker lazımdı Şerife kadınsa anaydı. Gözbebeği oğullarından hangisini gönderecekti?
Dört bahadırdan hangisini seçsin?.. Hasan emmi birden Murat gitsin dedi. Şerife kadının oğullarından en yakışıklısı en gösterişlisi Murat idi. Daha on beşinde fidan gibi delikanlıydı. Bakmaya kıyamazdı anası. Gece uyurken dahi öper koklardı evlatlarını. Zaten en çok Murat’ının üstüne düşerdi. O'nun ''anam'' demesi anasına sarılması, nasılda güzel gelirdi, tüm yorgunluğunu alırdı. Şimdi nasıl kıysındı babayiğidine. Ta Çanakkale'ye nasıl göndersin idi. İtiraz edecek gibi oldu, sesi boğum boğumdu. Ne tamam diyebiliyor ne de gitmesin diyordu. Ana yüreği hepsi de yavrusu idi. Birine kalsın dese öbürü gidecekti. Ne kadar zordu seçim yapmak. Ah düşman! Kahrolası düşman... sırası mı şimdi...
Hasan emmi, düşüncelere dalmış Şerife kadını sarstı ve bir cevap istedi. Şerife kadın o anda kendine geldi ve tamam Murat’ımı gönderelim deyiverdi. Değil mi Allah'a kurban edilen koçlar en gürbüzlerden seçilirdi. Murat'ta zaten onların kurbanı değil miydi?
Bir yandan da gurur duydu Şerife Kadın. Söz konusu Allah için, vatan için, bayrak için, namus için evlat yetiştirip vatana kurban etmekti. Bundan büyük şeref, bundan daha büyük mükafat var mıydı? Hem zaten Hz. Hacer önünde en büyük örnekti. Tek oğlunu kurban edilirken nasıl da teslim olmuş, tevekkül ediyordu. Peygamberimiz İbrahim a.s bizzat eliyle kesmeyecek miydi? Anne- baba bu teslimiyet ile Murat'ı göndermeye karar verdiler.
O gece Murat tüm hazırlıkları yaptı. Hazırlıksa çıkınına yolda yemek için koyduğu bir parça yufka, bir işlik bir de anasının yazmasını koymaktı. Ne de olsa hâlâ anasının kuzusuydu. Hasret ağır basınca annesinin çemberini öpecek, koklayacak, gözlerine sürecekti. Murat yatağına uzanmış derin derin düşünmekteydi. Annesi girdi içeri elinde bir kap vardı. Kabın içindeki kınaydı. Oğlunun saçlarının ortasına kına yaktı Şerife kadın. Murat buna bir anlam veremedi, edeben de itiraz edemedi. Annesi onun her zaman iyiliğini isterdi, ''eğer kınalamışsa anam saçlarımı, mutlaka vardır bir hikmeti'' dedi. Sabah ezanı okunurken tüm aile uyandı. Esasında hiçbiri o gece uyumamıştı. Kolay mıydı on beşinde aslan gibi yavruları gidecekti askere. Köy meydanında herkes toplanmış askere gidecekler tüm köylüyle helalleşti. Murat uzaktan da olsa sevdiceği Hatçe'yi görmüştü ya, içinde bir şeyler ılık ılık oluverdi.
Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra kafile sonunda karargaha gelmişti. Askerler acemi birliğine yerleştirildi. Murat çıkını çözdü. Annesinin yazmasını öptü öptü öptü... Ne kadar da özlemişti...
Kumandanları acemi askerlere eğitim veriyordu. Murat köyde birkaç kez tüfek kullanmıştı. Çok sürmedi becerikliydi pek çabuk kavradı tüfek tutmayı, siper almayı. Murat artık Gelibolu'daydı. Yer gök barut kokuyordu Çanakkale'de. Havada mermiler birbiri ile çarpışıyordu. Metre kareye altı bin mermi düşüyordu.
Ordunun mermi, barut stoku gitgide tükeniyordu. çoğu askerde üniforma bile yoktu. Komutanının dikkatini Murat'ın saçları çekiyordu. Bir gün Murat'a sordu:
''Evladım senin adın ne?''
''Murat komutanım''
Saçlarının ortası neden böyle kınalı?''
Murat cevap veremedi. Mahcup oldu.
Bölükteki tıbbiye öğrencisi Şükrü'ye hemen bir mektup yazdırdı.
''Anneciğim komutan sordu: ''Saçlarının ortası neden kınalı?'' diye cevap veremedim mahcup oldum. Kardeşlerim askere giderken onların saçına kına koyma mahcup olmasınlar onlarda''
Muhtar Sorgun'a gitmiş, köye dönüşte mektupları da getirmişti. Mektupta muhtar Cemal eliyle Çakırgillerin Mehmed'e yazıyordu. Mektup gelince dünyalar Şerife kadının olmuştu. Öptü, kokladı, adeta sevinç gözyaşlarıyla ıslattı mektubu. Muhtara mektubu okuttu okuttu, bir daha okuttu.
Şerife ana oğluna şu cevap gönderdi:
''Ey oğlum! Gözümün nuru biricik Murat'ım.. Komutanına selam söyle. Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen İsmail'sin. Orada şehit olacaksın inşaAllah... Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, ben de onun için, senin saçını kınalayıp öyle gönderdim.''
Muhtar gözyaşlarını saklamaya çalışarak mektubu kapattı, Çanakkale cephesine yolladı. Ve mektup henüz Çanakkale'ye ulaşmadan Murat'ın kınalı saçları diğer Mehmetçiklerin kanlarıyla iyiçe kızıla boyandı, Allah'a ulaştı...
Kara haber tez gelirmiş. Şerife kadın sessizce ağlıyordu, içten içe bir ağıttı bu. Canparesine, aslan parçasına ninni söyler gibiydi, türkü yakıyordu. İnci tanesini anımsatan göz yaşları iniyordu al al yanaklarından. Bir yandan nasırlı elleriyle gözyaşlarını silerken, diğer yandan gülümsüyor, dik durmaya çalışıyordu. Ne de olsa Anadolu kadını, şehid anasıydı. Metanetle, sabırla, Rabbini şükür ile dualar ediyor, Fatihalar okuyordu.
Anadolu'da kadınlar yiğittir, kendisi gibi evlatlar yetiştirir. Vatana kurban etmek için. Kiminin ismi tarihe geçer, isimsiz göçer bazısı da dünyadan, yalnız Rabbi bilir ismini.
Bu millet bu güzel toprakları yurt edinmeye devam ettiği sürece nice analar yiğitler doğuracak ve bu yiğitler milletimiz, memleketimiz için canını her zaman çekinmeden ortaya koyacaktır.
Selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.