Ellerimle Büyüttüğüm
Her insanın kalbine koyduğu, elleriyle büyüttüğü, solar iken dirilttiği çiçeği vardır.
Gözü gibi bakar o çiçeğe.
Başına bir musibet gelecek diye hop oturur hop kalkar. Gelmesin diye cansiperane savunur onu.
Hatasıyla sevabıyla, iyiliğiyle fenalığı ile goncası ile yaprağı ile dikeni ile onundur o çiçek.
Bu çiçek kişiden kişiye değişir. Kimin evladıdır, kimin eşidir. Kiminin tuttuğu takım kimininse yaşadığı şehirdir. Bir de mensubu olduğu ve bünyesinde bulunduğu davayı yetiştirenler vardır bu dünyada. Kimisi için batıl bir davadır ama adama bakınca dersin ki “Valla helal olsun (!), adam batıl davası için gecesini gündüzüne katmış çalışıyor.”
Kimisi için O’nun kelamını her kıtaya ulaştırmaktır.
Geriye dönmemek için geldiği vasıta olan gemileri yakanı da vardır, kefeni ile savaş meydanına çıkıp 5 kat fazla düşmanla savaşan ve Anadolu’nun kapılarını açan da.
“Ya İstanbul beni alır ya ben İstanbul’u!” deyip canını davaya koyan vardır. Tek derdi hadise mazhar olmaktır.
Veya tahtta kaldığı 46 yılın yaklaşık 11 yılını at üstünde seferde geçiren vardır.
Üzerine çalıştığı yenilik için, buluş için günde 2 saat uyuyan, yemek yemeyi unutan vardır.
Hala Sultan’ın meftun olduğu Kıbrıs’ta yaşanan zulümden ötürü uyuyamayan ve her şeye rağmen sefer emri veren vardır. Kudüs özgür olmadığı sürece gülmeyi kendine haram eden vardır. O vakte kadar savaş kaybetmemiş Fransız İmparatoru Napolyon’a 75 yaşında savaş hezimeti tattıran vardır. Bunları yazarak herhalde bir aylık yazı hakkımı feda edebilirim. Gocunmam da. Hepsi bizim velinimetimiz çünkü…
Ve dikkat edin hepsinin yetiştirmeye çalışan goncalara. Tek niyetleri var, rızayı kazanabilmek. Göze girebilmek tabiri caizse. Hani çocuklarımız böyle küçük sevimli hareketler yaparlar da bir buse, sarılma, ufak bir hediye veya güzel bir söz, latife beklerler ya karşılığında.
Hepsindeki temel niye o aslında.
Allah’tan böyle bir karşılık beklemekteler ve illaki O da karşılığını kat be kat verecek…
Şimdilerde bu yetiştirilmeye çalışılan goncaların ekserisi maalesef hiç bu doğrultuda değil.
Hemen “Z kuşağı işte yeaaa” deyip, kaçıp kurtulmak da olmaz. Zira madem bu işin suçlusu Z kuşağı, o zaman baş müsebbibi de o Z kuşağının muallimleri, velileri, ağabeyleri. Yani bizler.
İçimize sokulmaya çalışılan nifak tohumlarını bu gonca tohumları ile karıştırdığımız andan itibaren geldi başımıza ne geldiyse.
Anlayanlar elbet oldu ve savaştılar bu durumla. Ama genelde dalga konusu oldular.
Birkaç dalkavuğun da çıkıp saçmalaması ile artık kimse bir hamle yapmak istemez oldu maalesef. İşte sen ben birkaç deli kaldık ortada. Yakınlarımız, dostlarımız dahi çoğu konuda bize kızsalar, hatta mülahaza etseler dahi doğru bildiğimizden dönmedik ekseriyetle.
En nihayetinde birkaç vakit sonra, “Haklıymışsın sen!” sözünü duyduk hep. Ki derdimiz de o değil malumaliniz.
Dün işte bu “Deli” lerden biri daha dünya sürgününü tamamladı ve ebedi aleme yolculuğuna başladı. Hak dava için en zor zamanlarda görevler aldı. Sağlam duruşu ile Konya’mızda birçok gencin yetişmesine vesile oldu. Dik durdu. Eğilmedi, bükülmedi. Kavga etti, bedel ödedi ama asla yolundan dönmedi.
“Davasının delisi” bu adam, döndürebilir misin sen kafasına koyduğu yoldan be adam… Zazalığın yakıştığı birkaç iyi adamdan biriydi.
Bugün bürokrasideki birçok insanın üzerinde çokça emeği vardı. Ben onu hep Filistin davasındaki duruşu ile hatırlayacağım.
“Eğer İsrail’i protesto edecek hiçbir şey bulamazsanız, bulun bir tabut, yatırın beni içine, dolaşın Alaaddin’de. Atın slogan, bağırın ‘Her gün yüzlerce şehit verilen Aksa varken siz nasıl böyle oturursunuz ey Müslümanlar!’ diye. En nihayetinde bana da dersiniz ‘Filistin şehidimiz’ diye, olur biter.”
Biz Yusuf Güneş hocamızdan razıyız, inşallah Rabbimiz de razı olur. Rahmetle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.