Eğitimde problem var
Ülkemizde artık üç yaşında çocuklar yaşlarına başlarına ve boylarına bakmadan zorla tıkıştırıldıkları anasınıflarında eğitim ve öğretim ordusunun küçük neferleri oluyorlar.
Zorla diyoruz çünkü gitmeye zorlanıyorlar.
Ya servis minibüsleriyle ya da anne ve babalarının mesai öncesi yetişme gayretleriyle son sürat kullandıkları aile arabalarıyla.
Çünkü anne ve babalarının çocuk yetiştirmekten daha önemli işleri var.
Daha fazla kazanma ve daha fazla harcama hırsına kapılan ailelerin 1 yaşındaki çocuklarını kreşe verdikleri bile görülmüştür son yıllarda.
İlk günlerde oyun eğlence ile başlayan kreşte çocukların yaklaşık yirmili yaşlarına kadar devam edecek yarış maratonu da böylelikle başlamış oluyor maalesef.
Çocuklar ilkokul ve ortaokul yıllarında adeta at yarışına hazırlanır gibi evden okula, okuldan dershaneye önce ders sonra test, daha sonra önce test sonra sınav maratonuna dâhil olmaları kaçınılmaz oluyor.
Lise çağına gelindiğinde ise ailelerin büyük hırsları daha da kamçılanınca 1 dershane bile yetmez oluverir.
Bütün bu kavganın nedeni çoğunlukla ya anne babanın yaptıkları mesleğin çocukları tarafından devam ettirilmesi ya da anne ve babanın geçmişte elde edemedikleri mesleği çocuklarının yapması konusundaki hırslarıdır.
Yani toplumda prestij olarak görülen diplomaya sahip olmak.
Bizim eğitim sistemimizde her diploma alan görünüşte belli bir itibar elde etmiş gibi gözükseler de gerçekte bu böyle değildir.
Diplomaların bu ülke insanına asıl vermesi gereken saygınlığı vermediği ülkemizin bu günkü geldiği yerden görmek mümkündür.
Nasıl mı?
Çoğunlukla kendi ruhi yapılarına uygun olmasa da ailesinin zorlaması ile bir diploma sahibi olanlara bakıldığında görülen durum şudur:
En prestijli meslek olarak kabul edilen doktorlar için uzun yıllar sonra şimdilerde sadece devlete ait hasta hanelerde yasaklanan “bıçak parası” zulmüne nasıl alıştırıldılar diye hiç düşündünüz mü?
En yüksek puan alan çocuklarımızı belki doktor yaptık ama onların vicdanlarına ettikleri yemini tam olarak monte edemediğimiz için doktorlar yıllarca parası olmayanların yüzlerine ameliyathane kapılarını kapattılar.
Yine yüksek puan alan öğrencilerimizin pek çoğunu mühendis yaptık milletimize ve memleketimize hizmet etsinler diye.
Sonuçta ahlaklı olmayı meslek sahibi olmanın önüne geçiremeyen mühendislerimiz oldu. Projesini yaptıkları evlerimiz ve ofislerimizin ilk depremde yerle bir olması bir yana binlerce kaçak yapılara onay vererek şehirleri katlettiler.
Evlerimiz tepemize yıkıldığında sesimizi kimseye duyuramadık.
En büyük zulmü ise “sesimi duyan var mı" diye slogan atanlardan gördük.
1940’lara kadar İngilizlerin eline daha sonra ise imzalanan Fulbright antlaşması ile Amerikalıların eline teslim ettiğimiz eğitim ordusunun cefakârları olarak gördüğümüz ve çocuklarımızı ellerine teslim ettiğimiz öğretmenlerimizin hali ise daha da içler acısı hale geldi.
Çocuklarımız sevgi ve saygıyı öğreteceklerine inandığımız ama kendileri sevgi ve şefkat nedir bilmeyen ama aldıkları KPSS puanı gereği öğretmen yaptığımız kişiler hem çocuklarımızın hem de bizi ellerindeki sopalarla eğitebileceklerini zannettiler.
Bütün bunların sebebi her değişen iktidarlarla birlikte değişen eğitim sistemi ve her iktidar döneminde birkaç defa değişen milli eğitim bakanları mıdır dersiniz?
Yoksa çocuklarımızı yarış atı gibi gören ve koşturan biz miyiz acaba?
Ortada bu ülke insanını eğitemeyen bir sistem varsa ki var bunun suçunun da her zamanki gibi dış güçlerin üzerine atarak kendi sorumluluğumuzu yok mu kabul edeceğiz yine.
İnsanın gözünü kapatması var olan gerçeklerin yok olmasını sağlamıyor.
Özellikle de ülke gerçeklerini.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.