Edebiyat yolculuğumdan -1-
Edebiyatın, yazmanın kendisini büyük bir nimet ve ödül olarak görenlerdenim. Nihai hedef, hep ilerilere! Yüksekliklere ve güzelliklere.
Yazarlığıma tesir eden, hazırlayan bir sürü etken sayılabilir. Ama en nihayeti İlâhî Yazı’ya dayanıyor. Tanrı istemeden, O’nun lütfu inayeti olmadan başaramazdınız.
Düşüncenin şekillenmesi ve dökümü, kâğıt üzerindeki izdüşümü, görünüşü, yankısı bizi mes(u)t eden bir süreçti.
Kelimeler bazen patlardı. Bazen sessiz bir nehir gibi akardı. Yakardı, çakardı. İnsanla, Kâinatla ilgili bu gidiş gelişler, dönüşler ve alışverişler muazzamdı. Beşeri, zâtını ve bâtını anlamak yolunda mühim bir adımdı.
O şevk, destek ve sevgiyle, yaklaşık yirmiye yakın kitabım yayınlandı. Hikâyesi ve sonuçlarıyla beraber, bazılarına kısaca temas edeceğim.
MUHABBET BUYURSUN GELSİN; öykü kitaplarımdan ikincisiydi. İçindeki bazı hikâyeler, öne çıkanlardan ve sevdiklerimdendi.
Seneler evvel, bir yayıneviyle anlaşmıştık. 15 öykülük bir kitabım yayınlanacaktı.
Fakat son anda, dosyadaki hikâyelerin beşe indirileceği, aksi takdirde kitabın yayınlanmayacağı ifade edildi. Broşür gibi, incecik bir şey… Fevkalade üzüldüm ve sinirlendim, yayınevini hızla terk ettim. Üzerinden zaman geçti. Şaşılacak şeydi. Hüzün ve yeisten eser kalmamıştı. İş, eğlenceli, keyifli bir hikâyeye dönüşmüştü.
Yayınevine cevabımsa, okkalı “baskılı” bir teşekkürdü.
İşte “Yazarlık Dersleri” öykümden kısa bir bölüm:
“Editör.. “Hesapsız Kitapsız Allahsız”: “Biz zaten, dosyanızı 6 kişiye okuttuk.” diyor.
Doğrusu, şahsıma duyulan itimat, gözlerimi yaşarttı. Demek ki kitabım, garantili olsun diye, ‘referandum’ sonucu basılacaktı.
Çaycı, çayları getiriyor arada. Hımm.. Mürekkep yalamış birine benziyor. Delikanlı! Dosyamı okudunuz mu?
Yayınevindekilerin hepsi, anlaşılan, “Berlin Duvarı” gibi önümde bir heyulâ meydana getirmişler. Herhalde çaresizim.
“Bari kendi eleştirmenlerinizin beğendiği öyküleri kitaba alaydınız.”
Editör Sayın Terminatör, yüzüme müstehzi bakıyor. Mafya babası Bush’la işaretleşiyorlar. Çıt çıkmıyor. Karar kesinleşti; dosyamın kanına bulanmış hain “Kabil” elleriyle, üst üste sigarasını yakıyor. Nihayet yerimi anladım. Kül tablasının içi.
Ezik, mahpus hikâyelerim; kâğıtların arasından cılız itiraz sesleri çıkarıyor. Erkek hikâyelerimden Ferhat’ın yüzü sarardı. Hurrem, hüzünle başını eğmiş, dik durmaya çalışıyor.
Yayıncı “Mavi Sakalını” temizliyor. Her bir telinden; ölü canlar, beyaz insan ruhları üst başına, yakasına dökülüyor; şöyle bir silkeliyor. Kimisi ayakları altına serilip, merhamet dilenmekte... Çürük dişleri arasına sıkışmış, edebiyatçı artıklarını ortalığa tükürüyor.
Asla! Kat’a! Olamaz ya! Benim öykülerimi katledemezler. YA.PA.MAZ.LAR!
Yaptılar bile! Ha haa!
Darvin’in bütün nazariyesini altüst edecek şekilde, hızlı bir evrimleşme geçiriyorum. Acayip bir biçimde, yeniden hayat sahnesine çıktığımda artık .. “Kumru” değildim.
“Frankeştaynus Vampirellus” namında yepyeni bir tür olarak, kanat çırpıyordum. Başta yayınevindeki matematikçiye, sonra bütün farklı türlere, dehşetengiz bir şekilde 32 dişimi gösterdim... Kuyruğum dik, masaya yumruğumu vururken, bir dişi horoz sesiyle gürledim:
“Basılmasın! İstemiyorum”. Pembe, mahcup hikâyecikler fıkırdamaya başladılar.
Dosyamı toparladım, koltuğumun altına aldım. Son olarak, gözlerimi belerterek, bütün mazlum yazarların ruhlarını ve ah’larını arkama alarak; yayınevindeki canilerin gözlerinin içine ürkünç, tüyler ürpertici bir vaziyette baktım.
Hızla kapıya doğru yöneldim. Elimden bir kaza çıkmasın. Az kalsın kapıya vuruyordum (Fark etmez! Bize kader vurmuş zaten!). Çıkarken bağırdım:
“Edebî şahsiyetimle oynayamazsınız beyler!”
“Ne oldu Hocam? Cevap vermedim.
Omuzlarım düşük, yüreğim gururla kabarık, “şahsiyetim” irileşmiş, pazılarım da biraz şişmiş, yürümeye başladım.”
Devam Edecek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.