Düt Düt Düütt!
Aşağıdaki yorumsuz bir yazıdır:
“BDP’nin grup başkanvekillerinden Ayla Akat Ata ile ilgili bir haber dün basınına düştü. Ata, BDP’nin Batman Milletvekilidir. Radikal Gazetesi’ne bir demeç veriyor. AKP’nin, Türkiye’yi “Kalkınma Ajansları” adı altında, 26 bölgeye böldüğünü belirtiyor. Bu kadarla kalmıyor, 26 bölgenin “eyalet” olmasında bir sorunun yaşanmayacağını, “yetki devri” ile her şeyin halledileceğini vurguluyor.
Özetle şunları da söylüyor: “Türkiye’nin tamamı için ve Türkiye’de yaşayan tüm etnik kimlikler, dinler ve inançlar için özerklik talebimiz var. Dünyada bunun örnekleri vardır. Türkiye’de de, AB’ye giriş süreci bölgesel birtakım özerkliklerin tanınmasını beraberinde getirdi. Şu an Türkiye’de birçok ekonomik iyileştirme programı 26 bölge esası üzerinden yapılıyor. Türkiye’de üniter devlet yapısı içerisinde ülke bütünlüğü içerisinde çözümün adının demokratik özerklik olduğunu söyledik, hâlâ da bu noktadayız…”
Yadırgamıyorum, der… “Boykot” edeceklerini açıkladıkları 12 Eylül 2010’daki halkoylamasına 29 gün kala böyle bir söylemde bulunmak, “boykot” kararlarına ihanetten başka bir şey değildir. BDP’nin kararına uyarak, oylama günü sandığa gitmeyerek, “boykot” eylemini gerçekleştirmeyi usuna koyan Kürtler, Ata’nın yukarıdaki sözlerinden sonra şöyle düşünmeyecekler mi?:
“Madem AKP, Türkiye’yi 26 bölgeye böldü, bize eyalet kapısını açtı, kendi Demokratik Özerk Bölgemde yaşama olanağını sağlayacak… 12 Eylül’de sandığa niye gitmeyeyim, ‘Evet’ oyu niye vermeyeyim?..” (Baki Karakol’un, “BDP’nin söylemi, Başbakan’ın suskunluğu” isimli, 13 Ağustos 2010 tarihli yazısı)
...
Gülay Göktürk’ün 11 Ağustos tarihli, “Kürdistan Özerk Bölgesi ilan edilmiş, haberiniz var mı?” isimli yazısından:
“Bu arada merak ettiğim bir şey de şu: Hani Baydemir "Özerk Doğu Karadeniz olacak, Özerk Orta Karadeniz olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak" demişti de biz de inanmıştık ya; peki siz böyle alır başınızı giderseniz, nasıl olacak da olacak? Doğu Karadenizliler, Orta Karadenizliler, "Madem Kürtler özerk bölgelerini kurdu, ehh biz de bizimkini kuralım bari" mi diyecek? Herkes parlamentosunu kurunca, Meclis de mecburen, tatil matil dinlemeden alelacele toplanıp istim arkadan gelsin misali yeni bir yerel yönetim yasası mı çıkaracak?
x
Ben de bugün ne yazmaya hazırlanıyordum, biliyor musunuz?
Şu demokratik özerklik tartışmasını yavaş yavaş sindirmeye başladığımızı; artık eskisi gibi özerklik lafını duyunca dudağımızın uçuklamadığını; "hain" suçlamalarının epey azaldığını; buna karşılık "Hele bir durun bakalım, ne istiyorlarmış", "Belki o kadar da kötü bir fikir değildir" diyenlerin çoğaldığını yazacaktım. Eğer böyle giderse, birkaç yıla kalmadan bu konuda ciddi bir demokratik kamuoyu oluşabileceğini; Kürt'üyle Türk'üyle etkili bir demokratik mücadele verilirse radikal bir yerel yönetim reformunun gündeme gelmesinin pekâlâ mümkün olabileceğini yazacaktım. Bundan 87 yıl önce kurulmuş merkezi devlet yapısının artık bu büyüklükte bir ülkeyi tek elden yönetmesinin imkânsız hale geldiğini; artık iyice dayatan bu yapısal değişikliğin seçimden sonra gerçekleşeceğini umduğumuz topyekûn anayasa değişikliği sürecinde mutlaka gündeme geleceğini yazacaktım. Zaten üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa'nın da, "çeşitli Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunmasına ve güçlendirilmesine, demokratik ilkelere ve idarede âdemi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasına önemli bir katkı sağlayacağı" gerekçesiyle sıcak baktığını yazacaktım.
Şimdi ne olacağını yazayım:
PKK, "Ben artık özerklik ilan ediyorum, kendi yönetimimi kuracağım, valimi kendim seçeceğim, yerel kaynaklarımı da kendim kullanacağım" diye deklare ettiğine göre, bunun arkasından da Güneydoğu'da elinde tuttuğu belediye başkanlıklarını merkezi yönetime karşı baş kaldırmaya, yani fiili isyan durumu yaratmaya çalışmak gelir.
Siz, o bölgede halkın oylarıyla seçilmiş 99 belediye başkanının birden, mevcut Yerel Yönetimler Yasası'nı tanımadığını ilan ederek kendi kafalarından kendilerine tanıdıkları yetkileri fiilen kullanmaya giriştikleri bir tabloyu düşünebiliyor musunuz? Böyle bir durum doğduğunda bir hukuk devletinde yapılabilecek tek şey vardır: Bütün o belediye başkanlarını görevlerinden almak ve soruşturma açmak... Peki ondan sonra ne olması beklenir? Bölge halkının "kendi seçtiklerine" sahip çıkmak için sokaklara dökülmeye çağırılması... Güvenlik kuvvetlerinin bu gösterilere müdahale etmesi... Ortalığın kan gölüne dönmesi... Ardından gelsin olağanüstü hal ya da sıkıyönetim...”
…
(Murat Yetkin’in “PKK ateşkesi ve referandum süreci” isimli 14/08/2010” tarihli Radikal’deki yazısından:
“Ateşkes havuç, eylemler sopa
PKK, hükümetin, özellikle de 12 Eylül’e dek olan süre içinde yumuşak karnının halkoylamasında ne pahasına olursa olsun ‘evet’ çıkarmak olduğu saptamasını yapmış ve bundan faydalanma kararı vermiş görünüyor.
Bu amaçla ‘Ramazan’da eylemsizlik’ adı altında ateşkesi (ve onun gerisinde boykot çağrısını geri alma ihtimalini) hükümete uzattığı bir havuç gibi kullanarak, demokratik özerklik ve PKK’nın müzakere muhatabı alınması taleplerini öne sürüyor. PKK şu sıra neyi öne sürse hükümettin reddedemeyeceğini hesaplıyor mu? Önceki gün Öcalan’ın avukatlarının ‘15 Ağustos öncesi İmralı’ya gitmemiz için tekne bulmayanlar ateşkesi engellemek isteyenlerdir. Bu PKK’nın 15 Ağustos kararını etkiler’ mealinde açıklama gelmişti. Akşam saatlerinde AK Partili Suat Kılıç ‘Bulunacak, merak etmeyin’ diye teskin etmeye çalışsa da, PKK işi garantiye aldı. PKK önceki gece Yüksekova’da askeri konvoy bastı.
Sabah saatlerinde Mudanya iskelesine giden Öcalan’ın avukatları, Adalet Bakanlığı tarafından kiralanmış tekneyi hazır buldular. Biraz sonra da Hakkâri’den ‘Ramazan’da kan dökülmesin’ açıklaması geldi. Onun ardından da PKK 20 Eylül’e dek ateşkes ilan etti.
Bu tarih önemli, çünkü halkoylamasının sonuçlarıyla beraber geride bırakıyor. PKK adeta sürecinin isiyatifini hükümetin elinden alıyor.
Tabii bu durumda Başbakan Erdoğan’ın artık ‘CHP-MHP-BDP ruh üçüzleri’ söylemi de boşa çıktı; BDP’yi dolaylı olarak‘evet’ safında saymak gerekiyor.
Demokratik özerklik kararı alan Kongre’nin eşbaşkanı Aysel Tuğluk, “20 Eylül’e dek süreyi hükümet iyi kullanmalı” diyor, “Yüzde 10 seçim barajını kaldırmak, sudan sebeplerle tutuklanan BDP’lilerin serbest kalması, ateşkesi uzatabilir”.
Hesaplar, halkoylamasını aşıp 2011 seçimlerine uzanmaya başladı anlayacağınız.”
…
14 Ağustos tarihli, “Sonunda bunu da gördük!” başlığı altında İnternet’te yer alan bir haberden:
“İmralı Adası ile deniz yolu ulaşımını sağlayan iki gemideki arıza nedeniyle müvekkilleri bölücübaşı Abdullah Öcalan ile haftalık görüşmelerini yapamayan avukatları için Adalet Bakanlığı tekne kiraladı. Ulaşım sorunun çözülmesi üzerine 28 Temmuz’dan beri adaya gidemeyen Öcalan’ın iki avukatı, dün sabah Gemlik’ten İmralı’ya hareket etti.”
…
Ve.. 09 Ağustos 2010 Pazartesi tarihli bir haber:
“AKP’li Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, bir nikah sırasından gelin ve damattan ‘Evet’ cevabını aldıktan sonra ‘12 Eylül’de de evet demenizi bekliyorum’ dedi. Bu sözlere sinirlenen gelinin yakınları Çelikbilek’in üzerine yürüdü.”
“BDP’nin grup başkanvekillerinden Ayla Akat Ata ile ilgili bir haber dün basınına düştü. Ata, BDP’nin Batman Milletvekilidir. Radikal Gazetesi’ne bir demeç veriyor. AKP’nin, Türkiye’yi “Kalkınma Ajansları” adı altında, 26 bölgeye böldüğünü belirtiyor. Bu kadarla kalmıyor, 26 bölgenin “eyalet” olmasında bir sorunun yaşanmayacağını, “yetki devri” ile her şeyin halledileceğini vurguluyor.
Özetle şunları da söylüyor: “Türkiye’nin tamamı için ve Türkiye’de yaşayan tüm etnik kimlikler, dinler ve inançlar için özerklik talebimiz var. Dünyada bunun örnekleri vardır. Türkiye’de de, AB’ye giriş süreci bölgesel birtakım özerkliklerin tanınmasını beraberinde getirdi. Şu an Türkiye’de birçok ekonomik iyileştirme programı 26 bölge esası üzerinden yapılıyor. Türkiye’de üniter devlet yapısı içerisinde ülke bütünlüğü içerisinde çözümün adının demokratik özerklik olduğunu söyledik, hâlâ da bu noktadayız…”
Yadırgamıyorum, der… “Boykot” edeceklerini açıkladıkları 12 Eylül 2010’daki halkoylamasına 29 gün kala böyle bir söylemde bulunmak, “boykot” kararlarına ihanetten başka bir şey değildir. BDP’nin kararına uyarak, oylama günü sandığa gitmeyerek, “boykot” eylemini gerçekleştirmeyi usuna koyan Kürtler, Ata’nın yukarıdaki sözlerinden sonra şöyle düşünmeyecekler mi?:
“Madem AKP, Türkiye’yi 26 bölgeye böldü, bize eyalet kapısını açtı, kendi Demokratik Özerk Bölgemde yaşama olanağını sağlayacak… 12 Eylül’de sandığa niye gitmeyeyim, ‘Evet’ oyu niye vermeyeyim?..” (Baki Karakol’un, “BDP’nin söylemi, Başbakan’ın suskunluğu” isimli, 13 Ağustos 2010 tarihli yazısı)
...
Gülay Göktürk’ün 11 Ağustos tarihli, “Kürdistan Özerk Bölgesi ilan edilmiş, haberiniz var mı?” isimli yazısından:
“Bu arada merak ettiğim bir şey de şu: Hani Baydemir "Özerk Doğu Karadeniz olacak, Özerk Orta Karadeniz olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak" demişti de biz de inanmıştık ya; peki siz böyle alır başınızı giderseniz, nasıl olacak da olacak? Doğu Karadenizliler, Orta Karadenizliler, "Madem Kürtler özerk bölgelerini kurdu, ehh biz de bizimkini kuralım bari" mi diyecek? Herkes parlamentosunu kurunca, Meclis de mecburen, tatil matil dinlemeden alelacele toplanıp istim arkadan gelsin misali yeni bir yerel yönetim yasası mı çıkaracak?
x
Ben de bugün ne yazmaya hazırlanıyordum, biliyor musunuz?
Şu demokratik özerklik tartışmasını yavaş yavaş sindirmeye başladığımızı; artık eskisi gibi özerklik lafını duyunca dudağımızın uçuklamadığını; "hain" suçlamalarının epey azaldığını; buna karşılık "Hele bir durun bakalım, ne istiyorlarmış", "Belki o kadar da kötü bir fikir değildir" diyenlerin çoğaldığını yazacaktım. Eğer böyle giderse, birkaç yıla kalmadan bu konuda ciddi bir demokratik kamuoyu oluşabileceğini; Kürt'üyle Türk'üyle etkili bir demokratik mücadele verilirse radikal bir yerel yönetim reformunun gündeme gelmesinin pekâlâ mümkün olabileceğini yazacaktım. Bundan 87 yıl önce kurulmuş merkezi devlet yapısının artık bu büyüklükte bir ülkeyi tek elden yönetmesinin imkânsız hale geldiğini; artık iyice dayatan bu yapısal değişikliğin seçimden sonra gerçekleşeceğini umduğumuz topyekûn anayasa değişikliği sürecinde mutlaka gündeme geleceğini yazacaktım. Zaten üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa'nın da, "çeşitli Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunmasına ve güçlendirilmesine, demokratik ilkelere ve idarede âdemi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasına önemli bir katkı sağlayacağı" gerekçesiyle sıcak baktığını yazacaktım.
Şimdi ne olacağını yazayım:
PKK, "Ben artık özerklik ilan ediyorum, kendi yönetimimi kuracağım, valimi kendim seçeceğim, yerel kaynaklarımı da kendim kullanacağım" diye deklare ettiğine göre, bunun arkasından da Güneydoğu'da elinde tuttuğu belediye başkanlıklarını merkezi yönetime karşı baş kaldırmaya, yani fiili isyan durumu yaratmaya çalışmak gelir.
Siz, o bölgede halkın oylarıyla seçilmiş 99 belediye başkanının birden, mevcut Yerel Yönetimler Yasası'nı tanımadığını ilan ederek kendi kafalarından kendilerine tanıdıkları yetkileri fiilen kullanmaya giriştikleri bir tabloyu düşünebiliyor musunuz? Böyle bir durum doğduğunda bir hukuk devletinde yapılabilecek tek şey vardır: Bütün o belediye başkanlarını görevlerinden almak ve soruşturma açmak... Peki ondan sonra ne olması beklenir? Bölge halkının "kendi seçtiklerine" sahip çıkmak için sokaklara dökülmeye çağırılması... Güvenlik kuvvetlerinin bu gösterilere müdahale etmesi... Ortalığın kan gölüne dönmesi... Ardından gelsin olağanüstü hal ya da sıkıyönetim...”
…
(Murat Yetkin’in “PKK ateşkesi ve referandum süreci” isimli 14/08/2010” tarihli Radikal’deki yazısından:
“Ateşkes havuç, eylemler sopa
PKK, hükümetin, özellikle de 12 Eylül’e dek olan süre içinde yumuşak karnının halkoylamasında ne pahasına olursa olsun ‘evet’ çıkarmak olduğu saptamasını yapmış ve bundan faydalanma kararı vermiş görünüyor.
Bu amaçla ‘Ramazan’da eylemsizlik’ adı altında ateşkesi (ve onun gerisinde boykot çağrısını geri alma ihtimalini) hükümete uzattığı bir havuç gibi kullanarak, demokratik özerklik ve PKK’nın müzakere muhatabı alınması taleplerini öne sürüyor. PKK şu sıra neyi öne sürse hükümettin reddedemeyeceğini hesaplıyor mu? Önceki gün Öcalan’ın avukatlarının ‘15 Ağustos öncesi İmralı’ya gitmemiz için tekne bulmayanlar ateşkesi engellemek isteyenlerdir. Bu PKK’nın 15 Ağustos kararını etkiler’ mealinde açıklama gelmişti. Akşam saatlerinde AK Partili Suat Kılıç ‘Bulunacak, merak etmeyin’ diye teskin etmeye çalışsa da, PKK işi garantiye aldı. PKK önceki gece Yüksekova’da askeri konvoy bastı.
Sabah saatlerinde Mudanya iskelesine giden Öcalan’ın avukatları, Adalet Bakanlığı tarafından kiralanmış tekneyi hazır buldular. Biraz sonra da Hakkâri’den ‘Ramazan’da kan dökülmesin’ açıklaması geldi. Onun ardından da PKK 20 Eylül’e dek ateşkes ilan etti.
Bu tarih önemli, çünkü halkoylamasının sonuçlarıyla beraber geride bırakıyor. PKK adeta sürecinin isiyatifini hükümetin elinden alıyor.
Tabii bu durumda Başbakan Erdoğan’ın artık ‘CHP-MHP-BDP ruh üçüzleri’ söylemi de boşa çıktı; BDP’yi dolaylı olarak‘evet’ safında saymak gerekiyor.
Demokratik özerklik kararı alan Kongre’nin eşbaşkanı Aysel Tuğluk, “20 Eylül’e dek süreyi hükümet iyi kullanmalı” diyor, “Yüzde 10 seçim barajını kaldırmak, sudan sebeplerle tutuklanan BDP’lilerin serbest kalması, ateşkesi uzatabilir”.
Hesaplar, halkoylamasını aşıp 2011 seçimlerine uzanmaya başladı anlayacağınız.”
…
14 Ağustos tarihli, “Sonunda bunu da gördük!” başlığı altında İnternet’te yer alan bir haberden:
“İmralı Adası ile deniz yolu ulaşımını sağlayan iki gemideki arıza nedeniyle müvekkilleri bölücübaşı Abdullah Öcalan ile haftalık görüşmelerini yapamayan avukatları için Adalet Bakanlığı tekne kiraladı. Ulaşım sorunun çözülmesi üzerine 28 Temmuz’dan beri adaya gidemeyen Öcalan’ın iki avukatı, dün sabah Gemlik’ten İmralı’ya hareket etti.”
…
Ve.. 09 Ağustos 2010 Pazartesi tarihli bir haber:
“AKP’li Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, bir nikah sırasından gelin ve damattan ‘Evet’ cevabını aldıktan sonra ‘12 Eylül’de de evet demenizi bekliyorum’ dedi. Bu sözlere sinirlenen gelinin yakınları Çelikbilek’in üzerine yürüdü.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.