Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Dürüstlüğün sınırları nelerdir?

Dürüstlüğün sınırları nelerdir?

Neden böyle dedim şimdi?! Dürüstlük tamam, onu konuşalım da, hemen bir ‘sınır’ falan?

İlkin böyle diyerek; hemen bir sıkıcılığa ve kuralcılığa büründüğüm için üzgünüm ama sınırlar önemlidir; aslında, başlı başına birer özgürlük ve dürüstlük kaideleri… “Felsefe değil de gerçekçilik” diyecek olursanız eğer: Kontrolsüzce ve delice akan suya bir baraj kurup onu kontrollü, aklı başında ve verimli bir hale koymak için, sınırlara, setlere, yani çerçeve ve tanımlara gereksinim duyarız, öyle değil mi ama? Hem, sınırların önemini tartışacak da değilim zaten şu anda. Özellikle de ortada, ‘dürüstlüğün sınırlarının’ ne olması gerektiği gibi önemli bir soru dururken. Havada asılı duran soru balonları, iğneyle patlatılmadıkça, ruhum huzura eremez de benim… Mamafih, bir çerçeve lazım şimdi de; aranıp bulunacak cevabı daha iyi konumlandırmak ve böylece anlamlı hale koyabilmek için.

O halde: ‘dürüstlüğün sınırları’…

Ne olunca onun cılkı çıkartılıp, yaşamla yüz göz olunur, ya da, ne olunca insan, onun yoksunluğuna düşüp, bir anda samimiyetsiz ve riyakar bir konuma düşer ki? Çerçevenin ebatları çok çok önemli işte burada! Fazla kaçan, ya da, eksik kalan bir dürüstlüğün yol açacağı, istenmeyen şartlardan korunabilmek için. Tam da şu anda, yaşanmış –ve güldüren hatıralarda hala yaşayan- bir örnekten giderek, ete kemiğe büründürmek gerekirse bunu… Bildiğim bir çocuk var, evin mahremiyetine; kavgalarına ve barışmalarına dair her ne varsa, gidip onları hemen, konu komşuya anlatan –yetiştiren-. Bu bağlamda, evin o dört duvarını yakıp yıkan bir yaramaz bir kundakçı ve haşarı bir bozguncu... Durumdan haberdar olan annesi, yaşadığı bu şok ve sarsıntı içinde, bunun için ona çok ama çok  kızınca, çocuktan alınan cevap; “yalan mı söyleyeyim?” olmuş! (…) Bak şimdi! Durduk yere, soru bile sorulmadan, ev hakkındaki bu ifşalar ve ilanlar -aslında bu, fazla kaçan dürüstlük- demek ki, doğruculuk ve olması gereken bir dürüstlük olarak algılanabiliyordu, bir çocuk beyni tarafından. Belli ki hazırda, yalan söylenmemesi gerektiği, iyice öğretilmiş bir çocuktu… Tabi, bu dürüstlüğe bir çerçeve ve sınır tayin edememesi ise, tamamen onun çocukluğundan, bilmezliğinden olacak. Hadi o mazur görülebilir, sonuçta ‘daha çocuk’! Ama…

Peki ya, bizler? Ne, az önce de dediğim gibi, tanımın çerçeve sınırları konusunda fazla bonkör davranıp, tıpkı örnekteki çocuk gibi, gülünç hatta rezil bir hale düşmeli; ne de, eli sıkı davranıp da, daracık bir çerçeve içerisine yerleştirip küçülttüğümüz o dürüstlük konusunu azımsayarak, riyakarlığa, samimiyetsizliğe ve bunlarla aynı kanı taşıyan, kötü ahlaka dahil ve dair olan o çirkin akrabalarına davetiye çıkartmalı!

Gerçi, o dar çerçevelerin içindeki ikiyüzlülük manzaralarının adına ‘politik ve idareci olmak’ gibisinden övgü maksatlı isimler takılıyor da, şimdilerde… Sanki, iyi bir şeymiş gibi. Sormayın! İnsanlığın sonunun, o yaklaşan alametlerinden biri olarak addediyorum ben bunları. “Ahir zaman ve kıyamet alametleri!” Abartmıyorum, öyle değil mi? İdareci olmaktaki, herkese mavi boncuk dağıtmanın ve politik davranmanın omurgasızlığından, nasıl ama nasıl, övgüyle bahsedebiliriz ki? Pekala, örnekte geçen çocuk gibi, boşboğazlığı dürüstlükle karıştırmayalım ama özün ve sözün bir olmasının önemini de, bir politika, idare ve ‘herkesle geçinebilmek’ uğruna, balçıkla sıvamaya kalkışmayalım!

Bu, politiklik ve idarecilik konusuna gelince, dürüstlüğün çok –fazla- geniş çerçeveli halinde olduğu gibi, yani, o çocuk örneğine benzer bir örnek yok, elimde. Hem zaten bu durum, tekilleşip örnekleşemeyecek kadar yaygın hale geldi ve ‘köpeğin adamı ısırması’nın haber sayılamayacağı gibi, kanıksanıp yaygınlaştı. O komik ve evlere şenlik çocuğun boşboğazlığı ve contasız ağzı, mumla aranacak kadar kıymetli ve nadide, belki şimdi!

Sonuçta… Dürüstlüğün sınırları, kolayca sezilip kavranabilecek kadar katı ve belirliyken, bir yandan da, kırmızı çizgilerle betimlenemeyecek kadar, somutluktan ve maddesellikten uzakta. Bu yüzden, sayısal bir değer veremiyorum şu anda, o sınırın kaçıncı kilometrede bulunduğuna ve çerçevenin ebatına dair. Bu yüzden size, sağduyunuza bırakıyorum, bu sınır meselelerini ve çerçeve işlerini. Yalnız unutmayınız ki, bu işin aşırılığında, o örnekteki gülünçlüğe ve rezilliğe düşer de, çocukluğun hep al kalan yanaklarından ziyade, yetişkinliğin solgun ama sadece utançtan kızaran yanaklarına sahip olursunuz. Ya da, adına politiklik ya da idarecilik denilen o riyakar ve samimiyetsiz hallere düşülebilirsiniz diyeceğim de, eminim sizler o kişilerden birisi değilsinizdir ve zaten hiç de olmazsınız!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi