Burhan Günel Ve Romanda İntihal(Ciler)
TYB Konya Şubesi’nin, geçtiğimiz Cumartesi günkü programında, farklı bir yazarla karşı karşıyaydık. Hoş esintili, dopdolu, ilginç geçen saatlerin sonunda, salondan memnun ayrıldık.
Program, Nisa Günel hanımefendinin, eşini tanıtım konuşmasıyla başladı. İyi hazırlanmış, dikkat çeken bir metindi. Burhan Günel’in şiirlerinden okudu Nisa Hanım. Edebî yolculuğunu anlattı.
İçerden, samimi bir hayat-sanat tecrübesini, birbirini silmeden ama “özgürce yaşamayı”, yekdiğeriyle büyümeyi, sevgi-emek münasebetini çok güzel ifade etti. Kendini öne çıkarmıyordu, ancak “sahnedeki yeri” iyiydi. Bana, Burhan Günel’in oldukça şanslı olduğu fikrini verdi. Sade diliyle etkileyici, göz alıcıydı. Çizdiği tabloya göre:
“Yaşamaktan önce, yazmak” diyen kalem sahipleri vardı. Bütün gaye, insana ulaşmaktı. Yazmayı çıkardığımızda, hayattan ne kalırdı. Biz haysiyetimizi, kişiliğimizi koyardık kâğıt üzerine, sonra imzalardık.
“Kâğıt üzerinde yaşamaksa”.. o dipsiz kelime, cümlelerden ne benzersiz, misilsiz hayatlar çıkardı. Harflere ebediyetler sığardı ve sonsuzluk türküsü apak kâğıtlara sızardı. “Kâğıt üzerinde yaşamak”, bizce de bir imtiyazdı.
Nisa Hanım, yazma süreçlerini, eşinin sıkıntılarını anlattı. Gören, düşünen, duyan yazarla, yazarcık ayrımını; popüler edebiyatla, gerçek edebiyat tefrikini; eserde “çirkin” yazılıyorsa eğer, umudun da vaat edilmesi gerektiğini…
“Ateş ve Kuğu” romanının, “Bülbülü Öldürelim” öyküsünün perde arkasını… 13 saat bilgisayar başında oturabilen, yazdıklarını yaşayan ama sonunda kadınına doğan adamı… Çok özel bir ilişkinin ipuçlarını… Yazarlık sağduyusu, önceliği, sorumluluğu, göstergelerini…
Hâsılı “eş gözüyle, yazıdaki yazarı ve yazarın -bazen de kara olabilen- “yazısını”…
Daha sonra Burhan Bey, söz aldı. Yeni ameliyattan çıkmış olmasına rağmen, sözüne sadık bir insandı Sayın Günel. 4 Nisanda, Konya’daki randevusuna yetişmişti. Değişik görüşleri benimseyebilir, bazı düşüncelerde ayrılabilirdik, ama dik duruşuyla saygındı.
Sıcak konuşmasında, Konya hatıralarından, okuduğu ilk yazarlardan söz etti… Konuyu seçmenin ve anlatımın önemini; Avrupa Edebiyatı’nda 1940’lar, bizde de 1980’lerden sonra intihalin hızlandığını; postmodernizm gibi bazı akımların da katkısıyla sıradanlaşıp, neredeyse meşruiyet kazandığından bahsetti.
Günümüzden intihal numuneleri verdi. Kimisi yabancılardan, kimisi yerli yazarlarımızdan çalıyordu. İlkine, “Bir Düğün Gecesi”yle Adalet Ağaoğlu; diğerine Burhan Bey’den aparmasıyla Pınar Kür “Bitmeyen Aşk”la misaldi. Bu konuda epeyce mücadele vermişti, dertliydi romancımız. Esasen, intihal vakalarında, Orhan Pamuk’un rolünü de hiç unutmayacaktık.
Burhan Bey, mesleğindeki özgün duruşunu korumak istiyordu. Çizgisini “Orhan Kemal’e benzetenlere itiraz ediyordu. Birincisine saygı duyuyordu; fakat aslı varken öyleyse ikincisine ne gerek vardı.
Konuşmasının akışında; cihanşümul olmanın, evrenselliğin yolunun, kendi kültürünü yaşatmak, gelenekten yararlanmak ve yeni şahsiyetli bir dille üretimden geçtiği tespitini yaptı.
Tolstoy’la, ucuz yazıcılık yapanların aynı kefeye konulamayacağını; eleştirmen yokluğunu, otorite boşluğunu, “seçici” edebiyat lortlarının affedilemez hatalarını, edebî kıyımları; gerçek edebiyatı, okura taşımayı üstlenen yayıncı sayısının azlığını, daha pek çok belirlemeyi ortaya koydu.
Hakikî edebiyat, sizi içine çekip sarsıyor, sorular sorduruyordu, geri dönüp bakıyordunuz, tüketmiyordunuz.
Arkasından sorular sonucu, intihal çeşitlerine geçildi. Bilim adamlarının tescilli hırsızlıkları, göz önüne serildi. Bazı seçkin örnekler dışında, ilim ve edebiyatın neden yerlerde süründüğü de ortadaydı.
Zannederim mesele, her şeyden evvel “adam olmak” problemiydi. Herhalde, en kötü çalmak da, kişinin özünden çalmasıydı.
Birbirinden başarılı programlarıyla, gönül çalan Yazarlar Birliği’ne ve programı hazırlayanlara teşekkür etmek istiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.