Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bizi Türkiye bile unutmuş

Bizi Türkiye bile unutmuş

Doğu Türkistan’ın azîz lideri İsa Yusuf Alptekin (1901-1995), kendisiyle 1985 senesinde yapılan bir söyleşide; hedefini açıklıyor: “Doğu Türkistan davasını beynelmilel bir dava haline getirebilmek, Filistin davası gibi en azından” (Nesillerin Mirası, Dünden Yarına Konuşmalar, Yazar Yayınları, 2014)

Konuşmasının son kısmında söyledikleri ise hicran:

“Bizim hür, müstakil kalmamızı istemiyorlar, Türkler güçlü bir devlet çünkü. Zayıf kalsın istiyorlar. Ruslar, Çinliler bize düşman. Müslüman; Batılılar bize düşman. Bizi Türkiye bile unutmuş!” 

Bugün, Doğu Türkistan için şartlar gitgide ağırlaşmasına rağmen, sorun etrafındaki duyarsızlık, sessizlik daha da büyüyor, mesele derinleşiyor. 

İşte, konforlu hayatımızı, yaşam kalitemizi(!) bozan haberlerden ufak bir bölüm:

İngiliz Guardian Gazetesi’nin bir araştırmasına göre; Pekin’in Doğu Türkistan’daki kültür katliamında; 2016-2018 yılları arasında bölgede en az 31 cami ve 2 türbe Çin yönetiminin emriyle yıkıldı. 91 ibadet yerindeki ciddi hasar uydu görüntülerine yansıdı. Uygur Türkleri’nin üç kez ziyareti Hacca eş saydığı İmam Asım Türbesi’nin etrafındaki tüm yapıların da yerle bir edildiği belirtildi.

Uydu görüntüleri, Doğu Türkistan çöllerinde inşa edilen ve içinde yüz binlerce Uygur Türkü'nün tutulduğu toplama kamplarının son bir yılda tam 3 katı büyüdüğünü ortaya koydu.

Birleşmiş Milletler’e göre 1 milyon civarında Müslüman Uygur Türkü,  Çin’in 'eğitim merkezi' olarak dünyaya lanse ettiği toplama kamplarında tutuluyor.” Rakamlarsa sürekli artıyor.

Gösterilen sebepler arasında; “selam verme, bayrak taşıma, mesleki yetersizlik” gibi bahaneler var. Kamplarda işkence görenlere, Çin Cumhurbaşkanı Jinping’e bağlılık yemini etme, “Allah ve Peygamber’i inkâr belgesi” imzalatma gibi psikolojik baskılara maruz kalan Uygurlar, yaşadıkları zulmü, Pekin yönetiminin yabancı ülkelerle ekonomik ilişkileri nedeniyle dünyaya duyuramıyor. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Af Örgütü gibi bazı STK’ların toplama kamplarını gündeme getirmeye yönelik çağrıları dışında, 21. Yüzyıl’ın utanç kampları konusunda Pekin yönetimine hiçbir ülke ya da kuruluş baskı yapamıyor.”

“Bir görevlinin feryadı: Adı Berik ve Dawanching'de yeni inşa edilen toplama kampında gardiyan olarak çalışmış. 2018'in ikinci yarısında Dawanching'deki toplama kampına gönderildiğini belirten Berik, daha önceden kameramanlık deneyimi olduğu için, kamera kontrol odasında görevlendirildiğini ve kendisine gece vardiyası sorumluluğu verildiğini dile getiriyor. Berik, yazdığı bir mektubun devamında şunları söylüyor:

"Dawanching Toplama Kampı genişletildikten kısa süre sonra yaşları 18 civarında olan 3 binden fazla lise öğrencisi kız bu kampa transfer edildi. O anda en ön sırada duran kızlardan biri bana sessizce, 'Kardeş, bedenime ne istersen yap ama beni buradan kurtar' dedi. Gözlerine bakamadım ve o kızın sözleri o zamandan beri her gün kulaklarımda çınlıyor."

 Gördükleri işkencelerden bazıları:

“Ana dilinde konuşman yasak. Çince konuşmanız lazım. Afedersiniz, banyoya girseniz bile gözetleniyorsunuz. Her yerde kameralarla bizi kontrol ediyorlar. Ağzından çıkacak ufak bir cümle bile kampta işkence görmene yol açabilir.(…) Onların sınırlamalarına uymazsan, onların koyduğu hudutları aşarsan 5 çeşit işkence cezası var:
Birincisi, duvarla aranda 2-3 cm kalacak şekilde, kılını dahi kıpırdatmadan, 5 saatten 8 saate kadar duvara bakarak ayakta duracaksın. İlk ve en hafif ceza bu. Her kıpırdayışında ise dövüyorlar. İkincisi ve biraz daha ağır olanı “Arslan Koltuğu Cezası”. Tamamen demirden yapılmış, çok sert “Aslan Koltuğu” diye bir koltuk var ve bu koltukta 24 saat oturtuyorlar kıpırdamadan, kalkmadan. Yemek yok, su yok demir koltukta oturacaksın, hiçbir şey yapmadan ve yere eğilmiş pozisyonda. Uyuyakalırsan ise dövüyorlar. Üçüncüsü, tabut gibi, bir insanın içine çok zor sığabileceği ve genişliği en fazla iki metre olabilen çok da yüksek olmayan kapkaranlık bir odada, el arkadan bağlı ve ayaklarda kelepçe olacak şekilde 24 saat durmak. Dördüncüsü, su hapsi. 4-6 metrekarelik bir alan. Bu alanda cezalının boynuna kadar su dolduruyorlar, pislik içerisinde bir su. Cezalının elleri de bu su dolu alanın üzerindeki tahtaya bağlı. Ve o tahtada Çinli polisler yürüyor. Bu ceza hapishanede de vardı. Bunların hepsinin içerisinde dayak var onu söylememe gerek bile yok. Başından sonuna kadar dövüyorlar. Beşincisi, yaz kış fark etmeden insanları saatlerce dövüp açık alanda bırakıyorlar. Ciddi hastalıklara yakalananlar oluyor.”

Ve yeni bir haber: “Avrupa Parlamentosu’nun insan hakları ve ifade özgürlüğünü savunanlara verdiği Sakhorov Ödülü, bu yıl Çin’in haksız yere hapsettiği Uygur Entelektüel İlham Tohti’nin oldu. Avrupa Parlamentosu Çin Yönetimine Uygurlu Akademisyeni serbest bırakma çağrısında bulundu”

Yani yine demokrasi, özgürlük ve medeniyet havarileri, göstermelik de olsa üste çıktı. 

Belki bir takım mahkûmiyet ve mahrumiyetlerimiz var ama hiç değilse “güçlü lider, kudretli ülke” olarak, en azından böylesi ödüllerle desteğimizi belirtemeyiz miydik? Bize daha ziyade yakışmaz mıydı?

Küçük adımlarla da olsa, iyi niyet gösterilerinde bulunamaz mıyız? Mesela devlet katında; şairleri yazarlarını, ileri gelen şahsiyetleri öne çıkartma, selamlama girişimi gibi. Çağrılar, kınama mesajları vb…

“Hepimiz Ermeni’yiz!” diye kafa patlatanlarımız, özürcülerimiz bol miktarda. “Hepimiz Doğu Türkistanız” diye, kendi çapımızda, çağımızda, “Ulu Devletiz” çağıltılarında seslenemez miyiz? 

Görmezden gelmek, yok saymak, farklı bir muamele bu. Son derece üzücü, tahripkâr.

Oysa Çin’le kardeşlik(!) uğruna, gözlerimizi yaşartan, dostane(!) ne çok şey yapıyoruz.

Eğer devlet olarak bir duruşumuz varsa,  Müslüman soydaşlarımızın varlığına bir parça samimiyetimiz, merhamet ve sevgimizle; maddî manevî gücümüzle hayat veremez miyiz? 

Arap Dünyasına gösterdiğimiz ilginin onda birini Türk Dünyasına gösteremez miyiz? 

“Büyük, Lider Devlet” olmanın ölçüleri; aczimizin ya da kuvvetimizin hudutları nelerdir?

 Devlet aklı, “vicdanı”, en önemlisi devlet ufku nedir?

Bu bağlamda, Konya Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği “Doğu Türkistan Davamız” programında; Genel Başkanı Dr. Mustafa Güçlü’nün “Türkistan Çin ve Rus esareti altında. “Bizim yeni Kızıl Elma’mız Doğu Türkistan olmalı” ifadesi, fevkalade önemlidir ve yol göstericidir diye düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi