Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bir kahvenin öpücüğü

Bir kahvenin öpücüğü

İlk defa gören gayriihtiyari bir an için; orada yaşayanların, niçin mekân tuttuklarına anlam veremez, nasıl yavan, kuru, renksiz bir hayat sürdüklerini düşünerek meraklanır yahut dikkatini asla çekmeyen, hiç iz bırakmayan yerleşim yerinden hızla geçer gider.

Yalan da değil, görünüşte pek ehemmiyet verilecek hali yoktur. Daha zengin, ferah, açık yaşantılar için avuntu meselesidir sadece: “İyi ki böyle yerlerde değiliz/ Nasıl vakit geçirilir ki/ Şehrin hali başka.”

Bazıları içinse her zaman bambaşka anlamlar taşımıştır. Orada mola verirken; genellikle bir elem boca edilse bile yanı sıra dayanma gücü veren; tatlı, umutlu, hayat aşısıyla dolduran bir kuvveti, enerjiyi hisseder.

Pek çok şey değişse, eski rağbeti, yaşayanları kalmasa; mevcut şartlar araya fizikî ruhî engeller mesafeler koysa bile hep tanıdık, aşina, sıcak gelen bir hava, hissî kıymeti vardır. Her şeyden karşılaştığınız, duygularınıza tekabül eden, biraz zorlansanız içinden çekip çıkarıvereceğiniz bir ruh,  şua sızar.

Kontrol noktasındaki güvenlik görevlisinin, şüpheli nazarlarına, ne demeye geldiğimizi bir türlü anlamamasına, izin zorluklarına, varlığınızın bir mânâda tüm hükümsüzlüğüne rağmen, bir “aidiyet” hissi gönlünüzü kaplar. Beldeyi gelmişiyle geçmişiyle sahiplenirsiniz.

Garip bir büyü, hayal tülüyle, yakışıklı hoş bir hüzün, istediğiniz boyamaları yapacağınız, habire genişleyip duran, masalsı ülkeyi ortaya çıkarır.

Büyük çelişkiler törpülenir, bir delişmen ruh hepsini toplar, bütünler, eritir.

Ayıklar, seçer, temizler, keser çıkarır, düzenlersiniz. Mimar, ressam, doktor, b(oyacı)…

Bütün o harabiyet, vaktiyle görmüş olduğunuz serap allanır pullanır, size özgü bütün zamanlar için çekici, cazip bir davetiye çıkarır.

İnsan kelimelerinden, kitap kelimelerine kaçan; muhtemelen gelecekte kendi sözcüklerini üretecek, küçük mahzun bir kızı yakalar.

Ne kırda, dağda, bayırda, ne karada mevcut değildiler.

 Evlerinde hüzün cenk ederdi. Yekten fakirdiler.

“Atık”tılar şüphesiz. Günler ilerledikçe daralıp, çözüldüler.

Şaşıp düşüp, bahtiyar olduğu anlarda bile; zulmet kokan, kurumlu, isli bir tad çörekleniyordu, saadetlerinin içine. Nasipsizdiler.” (Hüzeyme Yeşim Koçak, Sarılmak)

 

Hayalle gerçek birbirine geçer; kâh birinin, kâh diğerinin parçası olsanız da; ölüler kayıplar, sizin de onlara (koşar) adım yaklaşmanızın etkisiyle artık daha ziyade birbirinizle bütünleşirsiniz, toprağınız orada karılmıştır. Hep beraber havaya suya karışırsınız.

Boş sokakları adımlarken; o evi görünce, hep bu son kezdir diye düşünürüm. Her an eğik boynu, düşük omuzları, ihtiyar başıyla yıkılıverecek gibi durur.  Fakat her karşılaştığımda selamlaşıyoruz.

Bir parça meyus olsam da sevinirim. Merdivenlerine gerçek sahiplerinden çekinerek, beş dakika da olsa otururum. Ruhen yabancı sayılmadığım bahçesinde gezinirken; bir çocuk gözü elma ağacı, çilek arar. Sevgili hayaletler hiç gitmemiştir ki, hep sizinledir.

Sonra siz artık bu halsiz bitkin evden, mütevazı bahçesinden, zamana meydan okuyan ipte asılı çamaşırlardan (mesela bir beyhudelik duygusunu silen temiz bebek giysilerinden), hayat ipine kıstırılmış mandallardan, sıkıştırılmış sandığınız ömürlerden, bir köşeye asılmış kurutulmuş biberlerden bile, gizli bir hayat dilini konuşturan, apayrı bir varlık yakalarsınız. Ve yarım asır, hatta yüzyıllar öncesiyle birleştiren bir devam zinciri...

Tunçbilek’i hep seveceksinizdir bilirsiniz.

Doğduğum, çocukluğumun geçtiği Tunçbilek’teki bütün bu duygu dalgalanmaları, kucaklanma algısında; kuşkusuz harika bir kadının payı büyüktü. Aysel Örnek hanımefendiden söz ediyorum.

Son ziyaretimde; O ve arkadaşı hiç tanımadığı insanlara, adsız sansız vatandaşlara sarıldılar, az bulunur bir samimiyet ve misafirperverlikle evlerinde konuk etme, yemek yedirme için çırpındılar. Yol azığımızla dahi ilgilendiler. Mevcut yabancılığı söküp aldılar. Eski dostlukları, anıları, devrana yenik düşmeyen güzellikleri hatırlattılar.

Biraz sohbet ettik. Aysel Hanımefendi beni etkiledi. Çoğu kişi kaçmak ister, o ise bulunduğu yeri seviyordu. Hayır, “paralı, altın günleri” yoktu; çocuk bakıyormuş. Gülerek, “İşte.. arkadaşımla kış hazırlığı falan yapıyoruz.” dedi. “Pozitif bir insanım. Hayatı, insanları seviyorum.” 

Nerde bulunursa bulunsun; hayatı(nı) kutsayarak, incelikleri ve derinliklerini sezip, çalışmayla, eylemle geliştirerek, güzelleştiren insanlardandı.

 Son derece zekice içsel bir hamleydi bu. Çünkü hayatın bizatihi kendisi değerdi. Mutluluğu, huzuru en muhteşem şehirlerde ikamet eden, donanımlı insanlar bile bazen yakalayamıyordu.

İkram ettiği yarım asırlık kahvenin lezzetini asla unutmayacağım. Üstelik veda edip, arabaya bininceye kadar “yazdığımdan” habersizdi.

Ona yeni kitabımı imzalayıp verdim. Fakat bize sunulanın, parlak bir kalbîn ikramının yanında, pek küçük sönük bir hediyeydi.

hüzeyme-yazi-resim.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi