Bir gün sen de anlarsın
Banyosuna kadar kamera geziniyor. Lüks mefruşat, biblolar, halılar, karakalem tablosu tek tek gösteriliyor. Eviyle övünüyor belki de. Koltuğa uzanmış şarkı söylüyor, özgüvenli sarışın sitâre.
Sonra mekân değişiyor. Issız Kordonboyu. Faytonlar. Ve “Kürkü Efsane”…
Zamanında belki o kadar da süksesi olmayan şarkıcı kadın. Seneler sonra, bir filmle, tek şarkısıyla, merhumeye konan hüzünlü şöhret.
Atmosfer garip bir tesir uyandırıyor. Bazı kelimeleri, ucu açık cümleleri seçiyor.
Klipler… Şarkıcılar gelip geçiyor.
O öldü, beyazcamda ardından gelen şarkıcı da. Orkestranın elemanları; gitaristler, çalgıcılar, hatta muhtemelen müzik âletleri enstrümanlar…
Şimdi loş, boş odalar. Ses değil sükût… Sadece sükût…
Mevt araya girince, mukadder son hatırlanınca; sanatçının klip çekilirken ki muhtemel gurur, zafer başarı duygusu, üstünlük vurgusu, mevcut tablo; tuhaf bir elem hissi veriyor.
Bir gün tüm müzik susacak; kesilecek tantanalar şanlar. Borazanlar, boru zanlar; siyah beyaz kuş(ku)lar; eriyecek zirveler, karlar, kârlar.
“Anlamazdın.”
Devranın sürüp gittiği düşünülüyor belki de. Fakat sandığımız biçimde değil.
Neyi anlamazdık. Anlamak ne kadar zor.
İspanyol paçalar, favoriler, saç favoriler, gözdeler, sönen yıldızlar, batan aylar, insan eli değmiş parlatılmış güneşler(!)
Çalımlı ev, şarkı, kadın, bir eski zaman parçası olarak kedere boğuyor. Ölü bir kadın, gamlı bir şarkı söylüyor; yürek soğutuyor(!)
Kendini düşünüyor. İçinde; bir gün sönecek patlayacak (hava) olan bedenini gezdiriyor.
Ama esasen ölü. Hayatını ne kadar kur(tar)abilir bilmiyor, ancak ölümünü engelleyemez. Eninde sonunda meyyitsin işte.
“Anlamazdın”
Şarkıyı şahsı mı seslendiriyor. Anlamıyor. Lâkin kendi şarkısı da var. Küçük Sahnede, öz ekranında(!) çalıp söylediği.
Sesi iyi değil. Bir acayip, berbat vıraklama işte. Solo. Bazen koroya, zemine karolara karışıyor.
Göğe yükselecekken, sesi yeraltında, bodrum katlarda, dünya asansöründe boğuluyor.
“Anlamazdın.”
Televizyondan yüzüne notalı, nağmeli söylüyor birileri:
“Anlamazdın.”
Anladığı, ya da anlamak istediği daha ziyade kader kısmı. Yaşananlar değişik gözükse de, herkes aynı kaderin yolcuları.
“Falımızda hasret var, ayrılık var demedim mi?”
Hah, yüzde yüz çıkan bir fal bu. İçinde ayrılık var, elveda var, veda eli var.
Birlikte sarışınla şarkı söylüyorlar. Uzak gözüken mesafeler bitişiyor. Asıl; ölümün kişiye sevdalı, bekleyen olması, onları yakınlaştırıyor.
“Hiç evlenmemiş, kanserden gitmiş”; hikâyesi de acıklı.
Bir yel tümünü uçuruyor. Hayal(et)ler kaçışıyor.
Sarıldınız kürklere, deri parçalarına, kuruldunuz tahterevallilere, salıncaklara, şeylere. Bir garip savruldunuz gittiniz işte bilinmezliklere, saltanatsız sırlı âlemlere.
Bir gün bu gürültü uğultu sayha vaveyla temaşa kargaşa hengâme karmaşa tasa(rlama).. bu sarhoş şarkı bitecek. Anla!
“Anlamazdın.”
Bir vakitler şarkıyı beğenmezdiniz. Şimdi mevtayla düet yapıyorsunuz hanım.
“Anlamazdın.”
Ölüm, nihaî şarkısını söylüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.