Bir Dur(y)sak
Duran Adam eylemleri gündemde epeyi yer tuttu. Konu hakkında türlü iddialar ortaya atıldı.
Kimilerine göre durma eylemi, bir muhalefet şerhi, sivil itaatsizlik örneği olarak dünyada ilkti. Amerikan kaynaklı olduğu ifade edildi.
Kimilerine göre ise, Tarık Buğra’nın Macar İhtilalini anlatan “Ayakta Durmak İstiyorum” oyununa bile konu edilmişti, yani evveliyatı vardı.
Eylem; belki durmak, bulunduğumuz satıh gibi pek çok çağrışıma yahut düşünce durağına sebep olabilir, kolayca geçiştirilemez.
Üstelik durmanın da çok çeşidi, şekli bulunuyor. Faraza kadın-erkek bazıları için, “egemende” kendilerini konumlandırdıkları, insanlıktan geçtikleri yer olan, “Kıl(lık) durumu”. Kıllık duruşu ve terfisi (!) herhalde “şeyliğin” lâzımesindendir. Üstelik sözün burasında durmak elzemdir.
Peygamberlerin bile, kulluk vasfında gerçekleşen hafif hatalar, unutarak yaptıkları küçük kusurları, sürçmeleri (zelleleri) olabiliyorken; siyasetçinin, daha da üstün, yanılmazlık mevkiinde görünmesi ve ülkeyi dil bilmez, iz bilmez, ahmak, şahsiyetsiz koyunlar olarak telakki edip, A’sından Z’sine bütün hususlarıyla gütmeye ve şekillendirmeye çalışması herhalde durulası bir nokta.
Herkes ayarlanabilir mi, politikacının sınırları nereye kadardır; O kendini “fevkalâdenin fevkinde” addetse de her şeye kadir olabilir mi. Nerde gazlanır, nerede üzerin(d)e (basılıp) durulur, hayat gösterecektir elbette.
Lider duruşu ehemmiyet arz eder. Ki duran adam kadar “durdurulan adam” da vardır. Fanilik bir tarafa; alelade, küçümsediğiniz bir unsur, herhangi bir şey sizi, ummadığınız anda durduruverir. Mesela Nemrut’u, dış güç ve Tanrı’nın bir ajanı olarak basit bir sinek durdurmuştu.
Saatin tiktakları kesilir, sizin için el(e) avuca sığmaz bir başka zaman işlemeye başlar. Kadere dev liderlikler, hırslarınız, haricî yazılımlar sökmez. Etiketler bir anda çekilip alınır.
…
Hayatı bir yolculuk olarak ele alırsak(ki öyledir), şimdilik durduğumuz dünyada, anlık duruşlar bile önem kazanıyor; çünkü bir mânâda basamakları, yer aldığımız, oya(lanıp) boyalandığımız, mânâlandığımız zemini teşkil ediyor. Zaman ve mekân elele insanı mayalıyor.
Türkçe’nin büyük şairlerinden İsmet Özel; Müslüman Türk olarak, bizi bir sorguya, Hayat(î) Bilgi’yi edinmeye ve bir duruşa davet ediyor:
“(…) Gençlik günlerim gerilerde kaldı. Herşeyi bilebilecek kadar genç olmadığım gerçeğinin üstüne bir ilâve getirildi: İhtiyarlığım sefillere dahi güzel gözle bakmayı becerecek kadar da ilerlemedi. İçinde bulunduğum namüsait şartlara rağmen, bir bilgiye, nerede durduğumu bilmekten daha üstün bir bilgiye ulaşacağımı öğrenmek mecburiyetindeyim. Bunu öğrenmeyi becerebilecek yeteneğim var mı? Olmalı; sadece benim değil, genç-yaşlı herkesin bunu yapabilecek konumu benimsemesi gereklidir diye düşünüyorum. Herkes bunu yapsa dünya güllük gülistanlık hale gelmeyecektir; ama dünya hayatı tımarhane olmaktan çıkıp kâfirlerin nihaî melcesi, müminlerin ise bir uğrak yeri olma hususiyetini gösterebilir. (İsmet Özel, Desem Öldürürler, Demesem Öldüm, TİYO Yayınları, 2012, sf. 32)”
Müminlerin eski hassasiyet ve dikkatleriyle ortaya çıkmadığı, Berat Kandilini idrak ettiğimiz şu günlerde, nerede durduğumuz, neyle avunup yaşadığımız, duraklar, menziller; “Ateş’in mi”, “Bahçe’nin mi” çağrısına kulak verdiğimiz önemli.
Durmak ve dinlemek… Neyin, hakikatin, ötelerin sesini. Devâsâ bir kalbin nefeslerini.
Neticede bu dünya sonsuz ve hakikî mekânımız değil, ilelebet kalacak gibi hareket edemeyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.