Bir bayram sabahı hatırası
Bugün mübarek Kadir Gecesi. Bayrama pek az kaldı. Konuya ilişkin hoş bir yazıyla, bayramınızı tebrik edelim. Sağlık selamet içinde nice güzel Kadir gecelerine, kutlu günlere erişelim inşallah.
Sahaf Turan M. Türkmenoğlu (1951) anlatıyor:
“Bayrama birkaç gün kala bayramlık alışveriş heyecanı var. O yıllarda gıcırtılı ayakkabılar pek moda. Anneme ‘Ben de bu ayakkabılardan istiyorum’ demeye başlamıştım bile.
Önce bayram alışverişi için Kardeşler Mağazası’na gidiyoruz, ama orada gıcırtılı ayakkabı yok. Ablama ve bana bayramlıklar alınmış ve Beyaz Saray’a gelmişiz. O yıllarda Beyaz Saray Çarşısı’nın zemin katı “Ayakkabılar Çarşısı,” ama gıcırtılı ayakkabı orada da yok; aramadığımız dükkân kalmamış. İlle de gıcırtılı ayakkabı olacak ama yok! Tam ümidimizi kesmiştik ki son girdiğimiz dükkânda bulmaz mıyız? Hadi tahmin edin sevincimi… Ah bir de ortası taba renkli, kenarları kahverengi, gıcırtılı iskarpinlerimi giyeceğim gün gelse!
Ve bayram sabahı… O bayram sabahı babamın motosikletle beni Beyazıt Camii’ne götürdüğünü hatırlıyorum. Çarşının içindeki kapıdan girerek türbe tarafındaki pencereye yakın oturuyoruz. Babam kısık bir sesle: ‘Babam hep orada namaz kılardı.’ diyerek dedemi anıyor ve benim de oraya oturmamı işaret ediyor.
Bir ara babama pencerenin üst tarafındaki yeşil boyalı, kurt delikleri olan kapıyı işaret ederek nereye çıkıldığını soruyorum.
-Sultan II. Beyazid dervişmiş, buraya gelip içeri kapanır ve çile doldururmuş, böyle yerlere ‘hücre’ derler, diyor. Çocuk muhayyilemde neler canlanıyor neler…
Bu arada Abdurrahman (Gürses) Hocaefeendi gayet vakur şekilde minbere çıkarken, sağ elindeki kılıcı görünce bu kez de babama, ‘O nedir?’ diye soruyorum. Babam da selâtin camilerinde minbere çıkış âdâbını ve sebebini açıklıyor.
Bayram namazı kılındıktan sonra Eyüpsultan’a girmek üzere camiden çıkarken babam bu kez de caddeye bakan kapıyı kullanıyor. Babama yolu neden uzattığımızı soruyorum.
-Yollar yani bastığımız toprak, yarın ahirette bize şahitlik edecek ve ben şahidim, camiye gelirdi, diyecek. Onun için girdiğin kapıdan çıkmaz, başka yoldan gidersen şahidin artar, diye bir de nasihat vermeyi ihmal etmiyor.
Yine motosiklete biniyoruz ve aile kabristanımızı ziyarete gidiyoruz. Kabristanda sadece büyük babam yatıyor. Camiin arkasındaki yokuştan Pierre Loti Tepesi’ne doğru yol alıyoruz. Eğri elektrik direğini bulunca da ‘geldik’ diyerek babam yanaşıyor. Direğin eğriliği de freni boşalan bir aracın çarpması ile aldığı darbeden olmalı. Yani bu yamuşmuş direk, bizim gibi bayramdan bayrama gelenler için -denizci tabiri- ile bir kerteriz vazifesi görüyor. Dedemin mezarının hemen arkasında Küçük Hüseyin Efendi’nin kabri var, biraz ilerisinde de Mareşal Fevzi Çakmak yatıyor.
Haliç tarafındaki kabirlerin kenarından yürürken babam, ‘Esselamü aleyke ya ehle’l-kubur!’ diyor yani ‘Selam olsun ey kabir ehli!’ diyerek söylediğini tekrar etmemi istiyor.
Kabre vardığımızda kuru yaprakları, yabani otları temizledikten sonra ben üç İhlas ve bir Fatiha okuyorum, babam da babası ve tüm ölmüşlerin ruhu için Yâsin okuyor. Büyük bir rahatlık hissi ile kabirden ayrılıyoruz.
Eyüp’ün çarşı içinde, köşe başındaki pastaneye uğrayıp sıcacık halkalarından alarak açlığımızı bastırıyoruz; on dakika sonra da Laleli’de Büyük Reşit Paşa Caddesi’ndeki Hasan Paşa Fırını’na varıyoruz. Sahibi, babamın tanıdığı… Bayramlaşıp hâl hatır sorarlarken ben sıcacık bir un kurabiyesini mideme indiriyorum bile ve aldıklarımızı paket yaptırıp evin yolunu tutuyoruz.
Buyurun size, eskilerin bir bayram sabahı hatırası” (Turan M. Türkmenoğlu Sahaflar Çarşısında Görüp İşittiklerim, Ötüken )
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.