Baba ve Kız
Şu şehirler arası hızlı trenlerin kısa süreli yolculuklarını pek severdi. Asıl sevdiği, hızın ta kendisi miydi, yoksa, onun yolu kısaltıyor oluşu muydu, onu bilemiyorum tabi. Bilemeyeceğim. Nitekim pek yakından tanımam aslında onu. Fakat, o gün o yolculuğu yaparken, en azından 1 saatliğine, üzerinden çıkarttığı kışlık montunu başının altına yastık niyetine koyup biraz kestirmek istediğini çok iyi biliyorum.
Fakat ne mümkün!
Vagondaki koridorun hemen diğer yanında oturan genç ve geveze adam varken... İnanin ki, adama dönüp "biraz kafa dinlesek mi?" demeyi yol boyunca kafasında kuradururken, yolculuk zaten çoktan sona ermişti bile. Onu pek yakinen tanımıyor olsam da, adamdaki, onun içini sıkan asıl şeyin ne olabileceği konusunda bir tahmin yürütebilirim...
30 yaşları civarında olduğunu sandığım adamın kucağında, 3 yaşında falan olduğunu söyleyebileceğim kızı duruyordu.
Babalar kızlarını ne de çok severlermiş hakikaten öyle, aman da aman!
Babasının gözünün nuru, gönlünün sevinci küçük kızı... Bir başkası için hiç bir şey ifade etmeyen, alelade, herhangi bir çocuktan fazlası olmayan küçük kızı... Adamın kızına yönelik gösterdiği yoğun ilgisi, bitmek bilmeyen agucuklu bugucuklu diyalogları, hele ki bunların belli ki başkalarınca da görünür ve duyulur kılınma arzusuyla, yüksek perdeden bir sesle yapılıyor oluşu... Başkalarına nasıl görünüyordu bilemeyeceğim ama bizimki için son derece antipatik, itici, hatta sinir bozucuydu tüm bunlar.
Bir uyutmadılar ki yol boyunca! Öyle diyordu kendi kendine.
O tatlı şekerleme uykusunun yerine, acı mı acı bir lezzeti getirip bıraktılar dilindeki tat alma tomurcuklarına. Tomurcuklardan, zehirli ve lanetli bir ağaç büyüyüp de serpilsin diye her halde...
Nitekim kendi çocukluğunu ve babasının gençliğini hatırladı hemen. O sevgiyi. Ne diye, kendi ziynet yerlerine tesettür çekmiyor ve sahip oldukları güzellikleri çırılçıplak ayan edip başkalarının gözlerinin içine sokarak günaha giriyorlardi ki sanki? Tesettür zaten o değil miydi hem? Güzelliği örtüp kapatmak ve göstermemek. Oysa o adam, küçük kızı için duyduğu aşkı ve sevgiyi, ulu orta meydana çıkartıyor, belki de bu gösterişle kim bilir, duruma şahit toplayarak yaşadığı anların gerçekliğini arttırmak istiyordu, bilinçsizce. Arttırılmış gerçekliklerini sevsinler...
Ne diyorduk? Uyuyamamaya değil, o sevgi dolu babayı ve halinden son derece hoşnut, mutlu küçük çocuğu görüce canlanan kendi benzer hatıralarının, şu an yaşadığı gerçeklerle uzaktan yakından ilgisinin olmayışına kırılıp buruluyordu kalbi asıl. Hakikaten, bir zamanlar onun babası da onu aynı o adamın kızını sevdiği gibi seviyordu, öyle değil mi? Adam 30; çocuk da 3 yaşlarındayken...
Peki diyelim ki o tren yolculuğundan 30 40 sene sonra, o adam da mı kızını artık bir yabancı olarak görecekti? O şevkat ve sevgi, nereye uçup gidecekti? Ama nereye? Büyümek, yaşlanmak, eskimek, zaman... O devasa aşklardan ve sevgilerden bile mi daha güçlü, dönüştürücü ya da yok ediciydi?
Tren varacağı yere varıp durunca, o genç adamın yakasına yapışıp ona hesap sormayı, "Ben bugünün 30 40 yıl sonrasından; gelecekten gelen bir zaman yolcusuyum" demeyi ve şu an çok sevdiği, gözünün nuru küçük kızına olan sevgisini, iyi niyetini ve bilhassa da şefkatini yitireceğini ona söylemeyi, hatta haykırmayı ne kadar çok istedi, anlatamam. Lakin bunun yerine, küçük kızın saçını gizlice çekip onun tatlı canını yakmakla yetindi, sırf çocukluk olsun, gıcıklık olsun diye...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.